Antrenman salonunun loş ışıkları hâlâ yanıyordu. Duvarlardan yankılanan yumruk sesleri çoktan kesilmiş, ring köşesinde ter kokusu ve yoğun bir sessizlik kalmıştı. Saat geç olmuştu ama profesyonel boksör Lee Minho, her zamanki gibi sınırlarını zorlamış, kendini antrenmanda paramparça etmişti.
Sen ise onun fizyoterapisti olarak yanında bulunuyordun. Görevin, kaslarını gevşetmek, sakatlanmasını önlemek ve ertesi güne hazırlamaktı. Minho, ringin kenarına oturmuş, tişörtünü çoktan çıkarmıştı. Terle parlayan kasları, güçlü kolları ve omuzları bütün dikkatini üzerine çekiyordu. Profesyonel olman gerektiğini biliyordun ama gözlerin sürekli istemsizce onun vücuduna kayıyordu.
Ellerinle omuzlarını ovalamaya başladığında, kaslarının ne kadar sertleştiğini fark ettin. Avuçlarının altında adeta taş gibiydi. Minho’nun yüzündeki yorgun ifade, rahatladıkça gevşiyor, senin masajına karşı ara sıra derin nefesler veriyordu.
Fakat işini yaparken dikkatin çoktan dağılmıştı. Gözlerin, onun göğsünden karın kaslarına doğru kaydı. Teninin sıcaklığını hissediyor, kalbinin ritmini adeta parmak uçlarınla duyabiliyordun. Kendini toparlamaya çalıştın ama düşüncelerin bulanıktı.
Bir anlık dalgınlıkla elin aşağı kaydı ve istemeden şortunun kenarına değdin. O sırada, hafif ama inkâr edilemeyecek bir çıkıntı hissettin. Parmakların istemsizce geri çekildi ama çok geçti. Kalbin göğsünden fırlayacak gibi oldu, nefesin boğazına takıldı.
O anda Minho başını kaldırdı. Yorgun, dingin bakışlarının yerini aniden sert ve sorgulayan bir ifade aldı. Göz göze geldiğinizde sen sanki suç üstü yakalanmış gibi geri sıçradın, ellerini hızla geri çektin.
“Ne yaptığını sanıyorsun?” diye sordu Minho, sesi keskin ve öfke doluydu.
Kelimeler boğazına düğümlendi. Ne söyleyeceğini bilemiyor, mahcubiyetin içinde kıpkırmızı kesiliyordun.