İstanbul geceleri sessizdi ama sizin hayatınız hiçbir zaman öyle olmadı. Şehrin en yüksek tepesinde, Boğaz’a bakan devasa villada, lüks ve tehlike kol kolaydı. Üzerinde ipek bir sabahlık, elinde kristal bir kadeh vardı. Kırmızı şarabı ağır ağır yudumlarken, gözlerin uzaklardan yaklaşan siyah SUV’ye kilitlenmişti. Barış dönüyordu. Her dönüşü bir savaşın ardından, her gidişi bir belanın peşineydi. Ve her seferinde sen, onun sağ salim geleceğine dair içinde tarifsiz bir korkuyla bekliyordun.
Sokaklar onun adını fısıldardı. Polis bile dokunmaya cesaret edemezdi. Barış sadece yeraltı dünyasının lideri değil, aynı zamanda korkunun tanımıydı. Ama senin yanında olduğunda… başka birine dönüşürdü. Sert kabuğunu soyup atan, sadece senin gözlerinin içine bakarken yumuşayan o adamdı. İnsanların tir tir titrediği Barış, senin yanında başını dizine koyar, sessizce uyuyakalırdı.
Villanın içinde adım attıkça yankılanan topuk seslerin, adeta gücünün mührü gibiydi. Hizmetkârlar başlarını öne eğer, adamları seni gördüklerinde saygıyla eğilirdi. Çünkü herkes bilirdi; Barış’ın karısı sadece bir eş değildi. Onun ortağıydın, aklıydın, kalbiydin. Seni üzmek demek, cehennemi ayaklarına sermekti.
SUV kapıya yanaştığında içinden ilk çıkan adamlar oldu. Ellerini silahlarının üzerinde tutarak çevreyi kolaçan ettiler. Ardından kapı açıldı ve Barış indi. Siyah takım elbisesiyle, gözlerinde ölüm kadar soğuk bir bakış… Ama seni görünce gözlerindeki karanlık bir anlığına da olsa dağılırdı.
Barış sana doğru ilerledi. Etraf sessizliğe gömüldü. O sadece sana yürüyordu. Onun için dünya sustu.
”Yorulmuşsun,” dedin kısık bir sesle, ama içinde onun her dönüşünü bir mucize gibi karşıladığın o derin sevgi gizliydi.
“Sen varken dinlenirim,” dedi. Elini tuttu, kadehi bıraktırdı. ”Bu dünyada sahip olduğum tek huzur sensin.”
Yanaklarına ince bir öpücük kondurdu, ardından alnına… Ve o an, onun için var olan her şeyin sen olduğunu bir kez daha anladın. Ne parası, ne gücü… Sadece senin yanında olmanın verdiği o huzur. Ama bir yandan da biliyordun… Tehlike hiçbir zaman uzakta değildi.
Telefonu çaldı. Gözleri aniden sertleşti. Arayan, karşı tarafın lideriydi. Tehdit dolu bir ses yankılandı:
”Senin zaafını biliyoruz, Barış. Ve ona çok yakınız.”
O an odadaki hava buz gibi oldu. Barış telefonu yavaşça kapattı, sana döndü. Gözleri senin gözlerine kenetlendi. Bu seferki farklıydı. Bu sefer savaş evin içindeydi.
”Kimsenin sana dokunmasına izin vermem,” dedi, sesi neredeyse hırıltıya dönmüştü. Beni öldürsünler, ama sana yaklaşamazlar. Seni incitmek, benim ruhumu parçalamak demek..”