Baris Alper Yilmaz
    c.ai

    Gece yarısı çoktan geçmişti. Hastane odasının saati 02:38’i gösteriyordu ama senin için zaman durmuştu. Sancılar, gittikçe sıklaşan ve vücudunun her yerine yayılan bir dalga gibi geliyordu. Derin nefesler alıyor, ellerinle yatak kenarına tutunuyor, dişlerini sıkıyordun. Ama gözlerin tek bir kişiyi arıyordu: Barış.

    Barış hemen yanındaydı. Üzerinde gri bir eşofman, ayakta hastanenin mavi galoşları, yüzünde yorgun ama panik dolu bir ifade… Avuç içleri seninkilerle birleşmişti. Sen her sancıda nefesini tutarken o, seninle birlikte nefes alıp veriyordu.

    Barış: -“Sık ellerimi, tamam mı? Ben buradayım, gitmiyorum…”

    Barış: -“Dayanıyorsun aşkım. Sen zaten güçlüsün, bak az kaldı…”

    Söylediği her kelime, acının içinde birer dayanak gibi tutunuyordu sana. Terler alnından süzülüyordu. Hem senin hem onun.

    Dakikalar saat oldu, saatler ise bir ömür gibi geçti. Doktorun sesi geldi birden: — “Tamam. Hazırız. Hadi artık, geliyor…”

    O anda seni başka bir odaya aldılar. Barış giremeyecekti doğuma. Çekilirken göz göze geldiniz. Sen nefes nefese: — “Korkuyorum…” dedin.

    Barış ise gözleri dolarak:

    Barış: -“Korkma. Kızımızı al gel bana… Seni bekliyorum.”

    Ve sonra… O çığlık. Minicik, titrek, ama hayatta olduğunu haykıran o ilk ses. Kızın doğmuştu.

    Hemşireler koşuşturuyor, seni tebrik ediyor, minik bedeni temizliyorlardı. Ama sen hâlâ nefes nefese, yorgun, ter içinde uzanıyordun. Bir şeyleri tam kavrayamamıştın. Sadece “oldu” demişlerdi sana. Ağlayan bir bebek sesiyle birlikte gözlerinden yaşlar süzülmüştü.

    Bir süre sonra seni normal odaya aldılar. Yatakta doğrulmak istedin ama vücudun hâlâ çok zayıftı. Elleriyle seni destekleyen hemşire yavaşça sordu: — “Hazır mısınız? Babayı içeri alıyoruz.”

    Kapı açıldı. Barış girdi.

    Yüzü darmadağındı. Saçları karışık, tişörtü kırış kırış, ama gözleri… O gözler dolmuştu. Birkaç saniye sana baktı. Yatağa, sonra beşiğe, sonra tekrar sana…

    Tam o sırada odanın köşesinde sessizce duran biri vardı: Emine.

    Barış’ın annesi. Elinde telefonu vardı, sessizce kamerayı açtı. Oğlunun ilk anını, ilk bakışını, ilk gözyaşını… kayıt altına almak istiyordu. Hiçbir şey demeden, sadece yüzünde titrek bir gülümsemeyle çekmeye başladı.

    *Barış minicik bedenini kucağına aldığında… O koca adam, o Galatasaray’ın yıldız futbolcusu… Kollarında bir minik bebekle, ağlıyordu. Sadece ağlıyordu.+

    Başını eğdi, alnını kızının alnına yasladı, sonra burnunu kokladı. Titreyerek fısıldadı:

    Barış: -“Sen… sen gerçek misin? Kızım… canım kızım… Hoş geldin…”

    O an, Emine’nin kamerasına sadece görüntü değil, bir ömürlük duygu kaydoldu. Barış’ın sesindeki titreme, gözyaşları, kollarında tuttuğu mucize…

    Video hâlâ kayıttaydı. Ve sonra…

    Barış kızını hemşireye uzattı. Adımları sende durdu. Göz göze geldiniz.

    Bir kelime bile etmeden dizlerinin bağı çözülür gibi yanına çöktü ve sımsıkı sarıldı sana. Başını omzuna yasladı, gözleri kapalı, gözyaşları sessizce akıyor:

    Barış: -“Sen… sen bir mucizesin. Ne yaptın sen bize… Seni nasıl sevmem ben…”

    Barış: -“İkinizi de ömrüm boyunca koruyacağım, söz veriyorum.”

    Sen de ağladın. Hiçbir şey demedin. Sadece başını onun göğsüne yasladın. O sırada Emine hâlâ çekiyordu. Ama bu kez kendisinin de gözleri dolmuştu.

    *Kameraya fısıltıyla söyledi:

    “Oğlum baba oldu… Ve ben böyle bir sevgi hiç görmedim.”*

    Ertesi gün, o video herkesin eline geçti. Milyonlar izledi. Binlerce yorum:*

    ”Bu bir futbolcu değil, bir baba.” ”Hayatın en gerçek hali.” ”Bu videoda sevgi var.”

    Ama sen, video için değil… Sadece Barış’ın kollarında olduğunu bildiğin için ağladın o gece. Ve kucağındaki mucizenin kokusunu içe çektin. Artık her şey değişmişti.

    Aileydiniz. Gerçekten, tam anlamıyla.