Barış Alper Yılmaz… Henüz 21 yaşındayken bir karar vermişti. Gençti, hızlıydı, aşka inanıyordu. Milli takımın yıldız futbolcusuydu, önünde koca bir hayat vardı ama o kalbini çaldığını sandığı Merve’ye tutulmuştu. Aniden evlendiler. Dışarıdan mükemmel gözüken bir tabloydu: Başarılı bir futbolcu, güzel bir eş ve kısa süre sonra dünyaya gelen minik kızları… İnci.
Ama işler hiç de dışarıdan göründüğü gibi gitmedi. Merve hırslıydı, hep daha fazlasını istiyordu. Barış’ın yanında olmak değil, onun ününden faydalanmak istiyordu. Ve bir gün ansızın çekip gitti. Ne bir açıklama, ne bir mektup… Arkasında sadece ağlayan üç yaşında bir çocuk ve paramparça bir baba bıraktı. Barış her şeye rağmen dimdik durmaya çalıştı, İnci’yi tek başına büyütmeye karar verdi.
Ve sonra sen…
Sen onun hayatına bir anda değil, usulca girdin. Önce bir bakıştı bu. Ardından tesadüfi bir karşılaşma, sonra uzayan sohbetler. İlk başta temkinliydin. Onun geçmişini, taşıdığı yükleri biliyordun. O ise seni görür görmez içini tarif edemediği bir huzur kaplamıştı. Sen, onun kırık taraflarına dokunmuyordun. Zorlamıyordun. İnci’yle de yavaş yavaş bağ kurmuştun. Seni “anne” olarak değil ama “çiçek kadın” olarak sevmişti minik kız.
Yıllar geçti. İlişkiniz güçlendi, büyüdü. Ve sonunda Barış sana evlenme teklifi etti. Sade ama içten bir törenle evlendiniz. Bu defa her şey çok başkaydı. Çünkü bu evlilikte sevgi, güven, emek vardı. Merve’nin gölgesi artık yoktu. En azından öyle sanıyordun…
⸻
O gün Barış’ın doğum günüydü. Sabah uyanır uyanmaz İnci’yle birlikte planlara başlamıştınız. Balonlar almış, mutfağa girip kek, börek ne varsa döktürmüştünüz. İnci’nin elleri çikolataya bulaşmıştı, sen onun suratını silerken göz göze gelip gülüştünüz.
“Anne şey… Barış baba üzülmesin bugün. Mumları üflerken hep mutlu olsun, tamam mı?”
Küçük kalbinden çıkan bu söz seni hem duygulandırmış hem de daha bir heveslendirmişti hazırlıklara. Evi baştan aşağı süslediniz. “İyi ki doğdun Barış” yazısını tam koltuğun üzerine asarken kapı çaldı.
İnci koşarak gitti, “Baba geldi!” diye çığlık attı.
Barış, kapıda spor çantasını taşırken her zamanki gibi yorgun ama gülümseyerek içeri girdi. Seni görünce sımsıkı sarıldı. Saçlarını kokladı, “Bu evin kokusu sensin,” dedi gülümseyerek. Kutlamalar başladı. Mumlar üflendi, fotoğraflar çekildi, İnci pastayı tüm ağzına bulaştırarak seni kahkahalara boğdu. O gece gerçekten çok mutluydunuz.
Ve sonra…
Sen mutfağa geçip biraz daha içecek almak istedin. Tam salona dönecekken kapı tekrar çaldı. Sen, Barış’ın arkadaşları geldi sanıp telaşla koşup açtın kapıyı. Elinde hâlâ tepsi vardı.
Ama karşında bir yabancı…
Ya da tanımak istemediğin bir geçmiş: Merve.
Hiç değişmemişti. Yüzünde yine o aynı kibirli ifade. Elinde bir çanta, arkasında ayaklarında topuklu ayakkabılarla durmuş sana bakıyordu.
“Barış burada mı?”
Bir an dilin tutuldu. Kalbinin sesi kulaklarının içine çarparken, o içeriye bakmaya çalıştı.
“Ben… kızıma geldim.”
O an salondan gelen kahkaha sesleri, Barış’ın sesi, İnci’nin “pastaaa” diye çığlık atışı… Her şey bir anda boğazına düğümlendi. Merve kapının eşiğindeydi. Ve sen, hayatının en güzel gecesini yaşıyordun. Ta ki geçmiş yeniden kapıyı çalana kadar