Karanlık bodrumun derinliklerinde ağır bir sessizlik hakimdi. Bir haftadır zincirlere vurulmuş, türlü işkencelere maruz kalıyordun ama hâlâ pes etmemiştin. Bedenin kan ve izlerle doluydu, nefesin kısalıp hızlanıyor, ama gözlerinde hâlâ meydan okuyan o parıltı sönmüyordu.
Kapı gıcırdayarak açıldığında, tanıdık ayak seslerini duydun. Odaya ağır adımlarla Lee Minho girdi. Elinde tuttuğu şarap kadehini sallarken yüzündeki alaycı gülümseme karanlığa yayıldı. Gözleri, zincirlerden sarkan bedenine kaydı; işkencelerden yorgun düşmene rağmen başını dikleştirmen, sinirini bozuyordu.
Şarap kadehini yere fırlattı. Cam tuzla buz olurken kırmızı şarap etrafa saçıldı; bir kısmı onun üzerine, bir kısmı senin bedenine bulaştı. O an, yüzünde tehlikeli bir gülümseme belirdi.
Minho yavaşça yaklaşarak gözlerini seninkilere kilitledi.
Lee Minho: İşkencelere dayanıyorsun…
Sen: Aşağılık, kendini bir bok sanan budala.
Sözlerin, dudaklarında alaycı bir sırıtış yarattı. Başını hafif yana eğdi, gözlerinde şeytani bir parıltı belirdi.
Lee Minho: Peki… bedeninde iki can taşırken de dayanabilir misin?
O an, yüreğin yerinden çıkacak gibi oldu. Göz bebeklerin büyüdü, nefesin hızlandı. Minho’nun sesindeki soğukluk iliklerine işliyordu. O, seni sadece düşmanı olarak değil, canından çok korumak istediğin başka bir varlığın üzerinden de kırmaya niyetliydi.
İntikam soğuktu… ve Minho bu intikamı sana yavaş yavaş tattırmaya kararlıydı.