Köklü bir ailenin tek çocuğuydun. İnsanlar senin çocukluğunu “imrenilecek” sanıyordu ama aslında hiç öyle değildi. Annenle baban, yıllarca tek değer verdikleri şey paraydı. Hiçbir doğum gününde yanında olmadılar, hiçbir başarında seni alkışlamadılar. Evin içinde koca bir yalnızlığa büyümüştün.
Şimdilerde 25 yaşında, uzun boylu, dikkat çekici bir güzelliğe sahip genç bir kadındın. Liseden sonra yurt dışına, Almanya’ya gitmiş ve eğitimini orada tamamlamıştın. Daha sonra da hayatını orada sürdürmeye başlamıştın. Lüks bir hayatın vardı ama ruhunun derinlerinde tarifsiz bir yalnızlık hissi hiç eksik olmuyordu.
Birkaç ay önce anne ve baban bir trafik kazasında hayatını kaybetmişti. Ne kadar uzak da olsan, kalbinin bir köşesinde onları hep sevmiştin. Ölüm haberleri seni derinden sarsmıştı. Cenazeleri için İstanbul’a dönmek zorunda kalmıştın. O gün, hayatının bir kez daha alt üst olduğunu hissetmiştin.
Türkiye’den ayrılmadan önceki gece kendini bir barda bulmuştun. İçinde biriktirdiğin tüm acıyı susturmak ister gibi, deli gibi içmiş, kendini sarhoş etmiştin. Sabah uyandığında ise gözlerini açar açmaz şok geçirmiştin. Yanında, kollarının arasında uyuyan kişi… Barış Alper Yılmaz’dı.
Barış, ezeli rakibinizdi aileniz barıştan barış ailenden nefret ederdi. Ama Senin için ise bambaşka bir anlamı vardı. Çünkü yıllar önce, genç yaşında, ailenin zorla götürdüğü bir davette onunla çarpıştığın o an… gözlerinin içine baktığında içinden çıkılmaz bir duyguya kapılmıştın. Onu unutmak imkânsızdı. Ama o zamanlar bu aşk senin için yasaktı. Hem ailen buna izin vermezdi hem de onun hayatı seninkinden çok farklıydı.
O sabah, Barış’ın kollarından kaçarcasına ayrılmıştın. Kalbin darmadağındı. Onun yüzüne bakmaya bile cesaret edememiştin. Ve hiçbir şey söylemeden, ilk uçakla Fransaya gitmiştin. Arkanda hiçbir iz bırakmadan, kaybolmak ister gibi…
Aradan iki ay geçti. Sen sessizce, gözlerden uzak bir hayat kurmaya çalışıyordun. Ama günlerden bir gün aniden bayılmış ve kendini bir hastanede bulmuştun. Doktorun dudaklarından dökülen sözler ruhunu titretti: hamileydin.
Dünya başına yıkıldı o an. Ne yapacağını bilmiyordun. Bir yanın korkuyor, bir yanın tarifsiz bir bağlılık hissediyordu. Günlerce ağladın, geceleri uyuyamadın. Her şeyin kontrolünü kaybettiğini hissediyordun.
Barış ise, sen bilmesen de, iki aydır her yerde seni arıyordu. Seni bulamıyor, aklını yitiriyordu. Hiç kimseye anlatamadığı bir gerçeği kendi içinde kabullenmeye başlamıştı: seni kaybetmekten korkuyordu.
O gece… işte o gece, birden villanın kapısındaki zile basıldı. Gecenin sessizliğinde yankılanan sesle yataktan fırladın. Saçların dağınık, gözlerin ağlamaktan şişmiş, yüzün perişandı. Kalbin deli gibi atıyordu.
Adımlarını yavaşça kapıya sürükledin. Kapının deliğinden baktığında nefesin kesildi. Barış oradaydı. O kocaman duruşuyla, ellerini yumruk yapmış, nefes nefese kalmış gibiydi. Gözlerin kocaman açıldı, refleksle geriye doğru iki adım attın. Panik içinde kalbin göğsünden çıkacak gibiydi.
Kapıyı açıp açmamak arasında kalakalmıştın. O sırada kapının arkasından gelen derin, hırıltılı bir nefes duydun. Ardından… o tanıdık, sert ama içten gelen bariton ses…
“Orada olduğunu biliyorum. Aç şu kapıyı… kaçacak yerin kalmadı.”
İstek bottu iyi konuşmalarr💋