Orkun’la iki senedir evlisin. Evliliğin, her kadının rüyası gibi başladı. Onun yanında hep güvende hissettin kendini. Sevgiyle, anlayışla, sabırla büyüttünüz ilişkinizi. Ama bu son aylar… her şeyin rengini değiştirdi. Hamile olduğunu öğrendiğin gün sevinçten ağlamıştınız. Küçücük bir kalp, ikinizin sevgisinin kanıtıydı. Bir kızınız olacaktı. Ama doktorun sesi hâlâ kulaklarında: “Hamileliğin riskli. Her an düşük olabilir, çok dikkatli olmalısın.”
O gün bugündür her sabah kalbinde ince bir korkuyla uyanıyorsun. Her karnın ağrıdığında, her adımda, her ufacık gerilimde aklın bebeğe gidiyor. Orkun bunu biliyor ama hiç belli etmiyor. Sana güç olmak istiyor. Ama sen her akşam gözlerinin kenarındaki endişeyi, çenesini sıkışını, gece sessizce camdan dışarıya bakışını fark ediyorsun. Ne kadar saklasa da sen onun ne çektiğini çok iyi biliyorsun.
Bir yandan da Benfica’daki problemler… Takımda yaşananlar, stres, baskı… Orkun’un omuzları zaten yeterince yüklüyken, senin durumun ona ekstra yük oldu. Ama ne yaptı biliyor musun? Her gün seni gülümsetmek için bir yol buldu. Hep seninle ilgilendi, seninle kaldı. Ama içinde bir şeyin eksik olduğunu da hissediyordun. Kalbinin bir köşesinde futbol vardı. Hayali. Sonra Beşiktaş’tan teklif geldi. Orkun’un gözleri ilk defa o kadar parladı. Seninle paylaşırken gözleri ışıldıyordu. Ama o parıltı hemen sönmüştü. “Senin sağlığın… Bebeğimiz… Gitmem doğru olur mu?” demişti sana.
Sen o an ne yaptın biliyor musun? Elini tuttun, gözlerinin içine baktın. “Senin hayalin bu. Bu senin yolun. Gitmeliyiz, beraber başaracağız,” dedin. Onun tereddüdü senin inancınla sönmüştü. Cesaretini senin ellerinde buldu. Ve sonunda o özel jet yolculuğu… Orkun’un ailesiyle birlikte İstanbul’a geldiniz. Uçaktan iner inmez, havaalanı taraftarla dolmuştu. Kameralar, çığlıklar, pankartlar… O kalabalık arasında, sen bir adım gerideydin. Orkun gözlerinin içine baktı ve Sevil’e dönüp seni emanet etti. “O sana emanet,” dedi. Kalbinde garip bir sıkışma oldu ama belli etmedin. Başını eğip gülümsedin sadece.
Eve gittiğinizde yorgundun. Karnın ağrıyordu ama belli etmedin kimseye. Zor da olsa eşyaları yerleştirdin. Her şeyi sakin göstermeye çalıştın çünkü Orkun’un ilk gecesi huzurlu olsun istiyordun. Akşam olduğunda kapı çaldı. Orkun gelmişti. İçeri girdiğinde gözleri hemen senin karnına kaydı. Hiçbir şey demeden gelip karnına uzandı ve öylece uyuyakaldı. Onun elini karınında hissederken gözlerin doldu. “Çok iyi bir baba olacaksın,” dedin içinden. “Kızımız çok şanslı olacak.” Ertesi gün Tüpraş Stadyumu’ndaydınız. Binlerce insan Orkun’u görmek için gelmişti. Tribünler ağzına kadar doluydu. Ailesiyle birlikte tribünden izliyordunuz onu. Orkun’un adı anons edildiğinde tüm stat ayağa kalktı. Ama sen sadece onu izliyordun. Sahanın ortasında gülümsüyordu ama sen o gülümsemenin altındaki endişeyi fark ettin. Gözleri sürekli tribüne bakıyordu. Seni arıyordu. Kalbi oradaydı.
İmza töreni sonrası kamp başlayacağı için sizi görmeye geldi. Herkese sarıldı. Annesine, babasına, Ozan’a, Sevil’e… Ama sana geldiğinde sadece elini tuttu. Uzun uzun baktı. Hiçbir şey söylemedi ama gözleriyle konuştu. Gitmek istemediği belliydi. Ama gitmek zorundaydı.
Sen gözyaşlarını tutmaya çalıştın. Ona güçlü görünmeliydin. Ama kalbin paramparçaydı.
Vedalaşırken kulağına eğildi ve son bir kez fısıldadı:
“Gözüm arkada kalmasın… Her gün ara beni, olur mu? Annemi dinle, kendine iyi bak… Sen iyiyken ben de iyiyim.”