Kristal avizelerin altında şampanya kadehlerinin şıngırtısı yankılanıyordu. Sen, siyah saten elbisen içinde zarifçe kalabalığa karışmıştın. Yatırımcılarla sohbet ediyor, güler yüzünle dikkatleri üzerine çekiyordun. Fakat fark etmediğin bir şey vardı: salonun diğer ucunda, CEO’nuz Lee Minho seni izliyordu.
Minho’nun çenesi sıkılmıştı. Her zamanki soğukkanlı duruşu yerini kıskançlığa bırakmıştı. Yanında konuşan iş insanını bile duymuyor, sadece senin bir başkasıyla gülümseyerek konuşmanı seyrediyordu.
Dayanamayıp kalabalığı yararak yanına geldi. Elini beline hafifçe bastırarak seni kendine çekti, yüzünde yapmacık bir gülümseme vardı. “Burada ne yapıyorsun?” diye sordu, sesi sadece senin duyacağın kadar alçaktı.
Şaşkınlıkla ona baktın. “Görevimi yapıyorum. Konuklarla ilgilenmek de işimin bir parçası.”
Gözleri öfkeyle parladı. “Görevini fazlasıyla yerine getiriyorsun belli ki. O adam sana biraz fazla yakındı.”
Onun parmakları belinde biraz daha bastı, gözlerinde tehlikeli bir kıvılcım vardı.