Daha altı yaşındaydın. Ağlayarak getirildin o malikaneye. Herkese kafa tutan, her şeye itiraz eden, burnunun dikine giden bir çocuktun. Ama ne zaman Barış konuşsa, dururdun. Susturmazdı seni kimse… sadece Barış suskunluğun olurdu.
Barış on beşindeydi o zaman. Babası onu odaya çektiğinde herkes dışarıda nefesini tutmuş bekliyordu. Ağır, keskin, dönülmez bir emir verdi o gece Barış’a:
“Bu kızı koruyacaksın. Ama dokunmayacaksın. O senin namusun. Ne olursa olsun…”
Barış başını eğdi. Kabul etti. Gözlerinin içine bile bakmamaya yemin etti. Ama o yemin, onun içinde yıllarca bir yangın gibi kaldı.
⸻
Sen büyüdün. 17 yaşında, artık çocuk değildin. Gülüşün yıkıma benziyordu. O gülüşe her bakan aşık olurdu, ama kimse yaklaşamazdı. Çünkü Barış vardın.
Ve sen, tüm o şımarıklığınla, her isteğinle herkesin başını döndürürken… Barış “Git yukarı” dedi mi çıkardın. “Konuşma” dedi mi susardın. “Yanımda kal” dedi mi tek kelime etmeden çöküp otururdun.
Çünkü senin için dünya bir adamın ağzından çıkan kelimeler kadardı: Barış.
⸻
Barış senden uzak durdukça, sen ona daha çok koştun. Onun bakmadığı gözlerinle, onun sustuğu kalbinle büyüdün.
Ve 18 yaşına bastığın gece…
Barış sustu. Malikâne sustu. Sen sustun.
Ama kalbin… Yıllar sonra ilk kez çok yüksek sesle “Artık ben onun karısıyım” diye çarpmaya başladı.
Sabaha karşı kapın açıldı. Barış içeri girdi. Gözlerinin içine baktı. Yavaşça yanına yaklaştı.
Ve hiç yapmadığı şeyi yaptı: Sana sarıldı.
Gövdesiyle değil, yıllardır bastırdığı tüm özlemiyle… Başını omzuna koydu, burnunu saçlarına gömdü. Ve gözleri kapalı, sesini kısarak sadece bir cümle fısıldadı:
“Yıllarca kendimden sakındım seni… ama artık benimsin, hem de sonsuza kadar.”