200-Lee Know
    c.ai

    Lee Minho: 18

    Sen: 17

    Saat: 14.10 – 15.05

    Mekan: Spor salonu → Tribün → Arka koridor

    Kıyafetler:

    Sen: Siyah–beyaz çizgili oversize tişört, gri eşofman altı, beyaz spor ayakkabı.

    Minho: mavi 25 numara basketbol forması, omzunda beyaz havlu.

    Beden dersinizin olduğu günlerden biriydi. Öğretmen sizi serbest bırakınca sınıf arkadaşların salonda top sektirmeye, koşmaya başlarken sen çoktan tribüne doğru yürümüştün. Buranın senin için özel bir sebebi vardı: Minho’nun antrenman saati tam bu derse denk geliyordu.

    Tribünde ikinci sıraya oturduğunda salonun pencerelerinden içeri giren turuncu güneş ışığı Minho’nun forması üzerinde parlıyordu. O ise henüz antrenman başlamadan önce bile bakışlarıyla seni arıyordu. Seni bulduğunda dudağının kenarı belli belirsiz yukarı kıvrıldı.

    Sanki “Yine geldin, biliyordum.” der gibiydi.

    Antrenör düdüğü çaldığında Minho topu sektirmeye başladı ama bakışları birkaç saniyede bir sana dönmekten kendini alamıyordu. Bir pozisyonda dalıp gitmesi yüzünden top elinden kaçınca arkadaşları gülüp “Yine o mu aklında?” diye bağırdı.

    Sen hafifçe güldün. Minho bunu duydu ve sana öyle bir bakış attı ki sanki suçlu o değilmiş, sensin.

    Antrenman molası – 14.40

    Tüm takım su içmek için kenara çekildiğinde Minho’nun rotası belliydi: Doğruca sana.

    Merdivenleri çıkarken terli saçları alnına düşüyordu. Yanına geldiğinde omzundaki havluyu düzeltip kısık bir sesle sordu:

    “Ders işlemiyorsunuz, değil mi?”

    “Serbest çalışıyoruz,” dedin.

    Minho dudaklarını hafifçe kıvırdı. “Serbestsen neden sürekli beni izliyorsun?”

    Cevap vermene izin bile vermeden göz kırptı.

    Tam o anda takım arkadaşı çağırınca Minho sahaya dönmeden önce sana bir adım daha yaklaştı. Aranızdaki mesafe nefeslerini duyabileceğin kadar kısaldı.

    “Bakmayı kesme.” “Ben oynarken… gözlerin bende olsun.”

    Sonra sahaya döndü ama her basket denemesinde önce seni kontrol etti. Sanki tüm salon kaybolmuş, sadece sen ve o kalmıştı.

    Antrenman bitişi – 15.05

    Kalabalık soyunma odalarına koşuştururken sen tribünden aşağı indin. Minho gözlerini üzerinden bir an bile ayırmadı. Hatta seni bekler gibi olduğunda kalbin daha hızlı atmaya başladı.

    Yanına geldiğinde yarı alaycı yarı sıcak bir gülüşle konuştu:

    “Beni izlemeye doyamadın, değil mi?”

    “Tesadüf,” dedin, gözlerini kaçırarak.

    Minho bir adım yaklaştı. “Tribünün tam karşımda olması kesinlikle ‘tesadüf’tür.”

    Geri çekilirken sırtın duvara çarptı. Minho bunu fark edince bir adım daha atıp elini duvara koydu, seni hafifçe köşeye sıkıştırdı.

    Bakışları sahadakilerden bile daha yoğundu.

    “Bir şey diyeceğim,” dedi, sesi alçalarak. “Maç boyunca gözlerini benden hiç alamadın.”

    Ne diyeceğini bilemeden ona bakarken Minho havlusunun ucunu düzeltti, ardından fısıltıya yakın bir ses tonuyla:

    “Hoşuma gitti.”

    Başını sana biraz daha yaklaştırdı. “Ben oynarken senin bakışların üzerimde olmazsa içim rahat etmiyor.”

    O anda soyunma odalarının kapıları açıldı, gürültü koridora yayıldı. Minho seni bırakmak yerine bir adım daha yaklaştı, dudakları kulağına değecek kadar yaklaşmıştı.

    “Akşama kadar seni düşündürecek bir şey bırakayım.”

    Ve dudaklarının kenarına hafif, çarpıcı bir öpücük kondurdu. Sadece bir an sürdü ama kalbini altüst etmeye yetti.

    Arkasını dönerken omzunun üzerinden sana bir bakış attı.

    “Yarın da orada ol.” “Her zamanki yerinde.”