Sen… Aynaya her baktığında farklı bir kadın görüyorsun. Kızıl saçların bazen alev gibi, bazen güneşte parlayan bakır tonlarında… Özellikle ışıktayken mavi gözlerin göz kamaştırıyor. İnce ve zarif bir fiziğin var ama sen asla kendini gösteriş meraklısı biri olarak görmedin. Beyaz formanın içine gizlenmiş, hastaların yanında hep sade ve güçlü olmaya çalışan bir hemşiresin. İşinin ciddiyetini ve insanlara olan şefkatini Barış da herkesten iyi biliyor zaten. Barış ise… Sarı, kıvırcık saçları bazen düzensizce alnına düşer. Ela gözleri, konuşmasa bile birçok şeyi anlatır. Vücudu tam anlamıyla hayran olunacak gibi; geniş omuzları, belirgin kasları, sahada her adımında dikkat çeker. Formasının içinde değilken bile o futbolcunun verdiği karizma üstündedir. Ama en dikkat çekici özelliği, her şeye rağmen fazla gösterişten uzak olması. Sessizce gülümser, gerektiği kadar konuşur. Onu asıl çekici yapan da belki budur
İlişkiniz öyle aniden, ani bir patlama gibi başlamadı. Birbirinize bakarken zamanla bakışlar uzadı, dokunuşlar anlam kazandı. Barış ilk sana açıldığında kelimeleri titriyordu. O güçlü, sahanın ortasında devleşen adam, bir anda çocuk gibi olmuştu karşısında.
”Sen… farklısın ve seni çok seviyorum.” demişti bir gün baş başa otururken.Ve o gün sevgili olmuştunuz
Her şey toz pembe değildi. Barış her paylaşım yaptığında altında kalpler uçuşuyordu. Her maçtan sonra bir sürü kız onun adını etiketliyor, vücuduyla ilgili videolar yapıyor, onunla ilgili fanteziler yazıyordu. Sosyal medyada “Barış Alper + ben = sonsuzluk” yazan story’ler, onunla ship yapılan ünlü kızlar, influencer’lar… Hepsi burnunun dibinde. Sen kıskanıyordun. Ama sessizce. Barış’ın telefonuna bakmazdın, ama göz ucuyla story’de kim var diye kontrol ederdin. Ve o da kıskanıyordu seni. Senin erkek hastalarınla ilgilenirken, biri sana fazla gülerse ya da iş çıkışı seni bekleyen bir hasta yakını olursa, Barış’ın bakışları kararıyordu. Sana bir keresinde şöyle demişti: “Senin gözlerin başkasına gülmesin. O gözler sadece bana baksın.” O an yüreğine işleyen bir sıcaklık hissetmiştin.
O gün… Barış’ın röportajı vardı. Sen hastanedeydin ama içinden bir ses bir şeyler olacağını söylüyordu. O gün sosyal medyada çok fazla kız toplanmıştı tesisin önünde. “Barış Alper gelsin!” diye bağıran genç kızlar, ellerinde tişörtler, posterler… Canlı yayın açılmıştı. Barış sahada röportaj veriyordu. O klasik, hafif mahcup gülümsemesiyle konuşuyordu: “Takım olarak elimizden geleni yaptık. Taraftarlarımız sağ olsun…” Sonra imza dağıtımına geçti.
O an… Bir kız, kalabalığın önünden sıyrıldı. Sarışın, mini etekli bir kız. Gözleri ışıltılı, elinde telefonuyla hızla Barış’a koştu. “Barış! Bir fotoğraf çekilebilir miyiz?” diye bağırdı. O an kameralar oradaydı. Kalabalık sustu.
Barış birkaç adım geri attı. Gözleri netti. Soğukkanlı ama kararlı. “Sevgilim izin vermiyor, kusura bakmayın,” dedi.
Sessizlik. Şok. Herkes dondu kaldı. Kız eli havada kaldı. Magazin kameraları zoom yaptı. Spikerler sessizliği yararak cümle kurmaya çalıştı. O anda tüm sosyal medya alt üst oldu. “SEVGİLİSİ Mİ VAR?”, “Barış kime dedi bunu?”, “İZİN VERMEYEN KIZ KİM?”
Barış eve geldiğinde sen koltukta televizyon izliyordun. Elinde kahve, gözlerin ekranda. Magazin kanalı Barış’ın o anını tekrar tekrar döndürüyordu. Kapı açıldı. Barış kapıdan içeri girince gülümsedi. Sen gözlerini ona diktin. “O lafı gerçekten söyledin mi?” dedin.
Gülümsedi. Yanına geldi. Elindeki kahveyi bıraktı. Dizlerinin önüne çöktü ve başını dizlerine koydu.
”Napayım fotoğraf çekinsem bana trip atardın bunu göze alamadım ayrıca ağzımdan aniden çıktı.”