Okulda kimse senin farkında bile değildi. Zaten sessizdin… Hep öyleydin. Ders zili çalınca kimseyle göz göze gelmeden sıraların arasından geçip pencere kenarındaki yerine oturur, defterini açar, dünyadan soyutlanırdın. İnsanlar sana “sessiz kız” lakabını takmıştı. Bazıları küçümseyerek söylüyordu, bazıları ise umurunda bile değildi. Ama kimse seni gerçekten tanımamıştı.
Barış hariç.
O, okulun gözde çocuğuydu. Varlıklı bir aileden gelmişti, giydiği markalı kıyafetler, taktığı saatler, girdiği arabalardan bile belliydi ailesinin kim olduğu. Ama her şey dışarıdan göründüğü gibi değildi. Bu zengin okulunda sen sadece bir bursluydun. Ve burslu olmak, sanki alnına kazınmış bir damga gibiydi. Öğretmenler bile sana acıyarak bakıyordu. Sınıf arkadaşların… Onlarsa daha acımasızdı. Sessizliğini, içine kapanıklığını ve en çok da yoksulluğunu dillerine dolamaktan çekinmiyorlardı.
Ama Barış, bir gün seni fark etti. Ya da sen öyle sandın.
İlk defa biri, seni gerçekten görmüş gibiydi. İlk defa biri, gözlerine doğrudan bakmış ve içinde sakladığın fırtınaları sezmişti sanki. Sana gülümsediğinde, kalbin yerinden çıkacak gibi olmuştu. O günden sonra her şey değişti. Yanına geldi, seninle konuşmaya başladı, sana “Sen aslında çok güzel bir kızsın, neden böyle saklanıyorsun?” dediğinde, yutkunmuştun.
Sen ona inandın.
Çünkü birinin sana gerçekten değer vermesine öylesine açtın ki… Barış, senin için ilklerdi. İlk gülümseme, ilk el ele tutuşma, ilk başını omzuna yaslama, ilk… her şey. Ona duygularını anlatmaktan korktun ama o senin ağzından almadan da bildi. Ve o bildiği şeyle oynadı.
İlişkinizin bir buçuk yılı dolmuştu. O sürede Barış seni herkesten saklamıştı. Bir gün “İlişkimizi neden gizliyoruz?” diye sorduğunda gülüp geçiştirmişti. “Anlamazsın, bu okul farklı,” demişti.
Sen de sorgulamamıştın.
Bir gün… O gün… Tüm okulun ekranında sen vardın. Senin özelin. Yalnızca Barış’a gönderdiğin, yalnızca ona ait olması gereken fotoğrafların, herkesin telefonundaydı. Kahkahalar duyuyordun, mırıldanmalar, parmakla göstermeler… Tuvalete koşarken kalbin yerinden çıkmıştı. Ellerini yıkarken aynada kendine bakamamıştın.
Biri kapıyı çalmıştı. “Ne yapıyorsun lan sen burada? O kadarını gösterecek cesaretin varsa utanmana da gerek yok,” demişti biri. Gözlerinden akan yaşlara aldırmamışlardı.
Sen Barış’a koştun.
“*Sen yaptın değil mi? Yalvarırım, neden?” dedin. Sesi titreyen, nefes nefese kalan bir çığlıktın. O ise ellerini cebine sokmuş, sana küçümseyerek bakıyordu. Yanında birkaç arkadaşı daha vardı, alaycı gülümsemelerle.
Omuz silkti.
Ve o cümleyi kurdu:
“Senin gibi sessizlerin içinden neler çıkıyor görmek istedim, pişman değilim. Hâlâ da eğleniyoruz… seninkilerle.”*
İstek botturr iyi konusmalarr