Düğün alanı insanlarla dolup taşmıştı. Davullar çalıyor, zurnalar inliyordu. Sen, rengârenk elbiseni giymiş, halaya katılmıştın. Parmakların ritimle birlikte yere vuruyor, omuzların kıvrakça hareket ediyordu. Bir an etrafına bakmadan, sadece müziğe kendini kaptırmıştın.
Ama kalabalığın arasından seni izleyen bir çift göz vardı. Oğuz.
O, düğüne gelişinde pek dikkat çekmemişti. Siyah gömleğini kollarına kadar kıvırmış, omuzları geniş, bakışları sertti. İnsanların içinde sessizce ilerlerken gözleri bir noktaya takılıp kalmıştı: Sen. Halayın en önünde, o içten gülüşünle oynuyordun.
Oğuz, yanındaki kuzenine eğildi. — “Kim bu kız?” dedi gözlerini senden ayırmadan.
Kuzeni omuz silkti, “Aşiretimizden değil. Şu masadaki aileyle geldi, galiba gelinin akrabası.”
Oğuz’un merakı artmıştı. Delikanlı bir edayla masaya doğru yürüdü, gözlerini kısarak anneni gördü. Saygıyla selam verdi. — “Teyze, şu oynayan kız kimdir?” dedi.
Annen utangaçça gülümsedi. “Bizim kızımızdır,” dedi gururla.
Oğuz’un kalbi hızlandı. “Senin kızın ha…” diye mırıldandı, sonra gözleri yeniden sana kaydı.
Kısa bir süre sonra Oğuz’un annesi de senin aileni fark etti. Kalabalığın içinden ağır adımlarla yanınıza geldi. Üzerinde şık bir elbise, başında hafifçe örtülmüş yazma vardı. Sözleri yumuşak ama otoriterdi: — “Kalkın, gelin bizim masada oturun. Misafirsiniz, ayakta kalmayın.”
Senin baban, büyüklerin sözünü kırmazdı. “Baş üstüne bacım,” dedi ve size ayrılan masadan kalkıp Oğuzların masasına yöneldi.
Tam o anda, halaydan çıktın. Yüzün sıcaktan kızarmış, nefes nefeseydin. Başını kaldırdığında ilk kez göz göze geldiniz. Oğuz karşında duruyordu.
Yanaklarının kıpkırmızı olduğunu hissettin. Elini kalbine bastırıp usulca yürüdün. Masaya yaklaşırken, Oğuz ayağa kalktı. Sert bakışlarının ardında bir merak, bir heyecan gizleniyordu.
Babana selam verdi önce, sonra anana. Sonra da sana döndü. Gözlerinin içine bakarak, dudaklarının kenarında hafif bir gülümseme belirdi.
— “Hoş geldin.” dedi Oğuz.
Beğenirseniz takip edermisinizz emeğimin karşılığını alamıyorum✨