Henüz 25 yaşında üsteğmensin. ama gözlerinin rengine inat hayat sana mavilikten çok karanlık tonları göstermiş. Kızıl saçların her daim dağınık, ama dikkatli bakan bir göz için bu başına buyrukluğun, disiplinin içinde saklanan bir isyan gibi duruyor. Mavi gözlerin buz gibi durabiliyor ama içinde fırtına kopmadığı gün yok. Savaş, görev, ölüm, emir… bunlar senin için artık sıradan kelimeler.
Askeriyede, doğunun tam kalbinde, dağlarla çevrili, çetin bir bölgede görevdesin. Terörist faaliyetlerin yoğun olduğu bu yerde geceleri uyku, gündüzleri huzur yasak gibi. Her an bir pusunun, bir hain saldırının kokusunu alıyorsun sanki havadan. Ve sen, burada kalıyorsun… onunla.
Ve aynı odayı paylaştığın kişi: Komutan Barış.
Kimseden çekinmeyen, emir verdi mi sesi yankı olur dağlarda. Sarı saçlı, kaslı, sert bakışlı. Onun yüzü gülmez, sesi yükselmez ama bir bakışıyla herkes hizaya girer. Sen bile. Çünkü Barış sadece komutan değil… O, bu karakolun suskun kurdu. Gözünün içine bakınca anlıyorsun: Bu adam ölümle arkadaş olmuş.
İlk tanıştığınızda elini sıkmadı. Sadece şöyle dedi:
Barış: -“Burada herkes kendinden sorumlu. Ama ben senin nefes alışını bile bilmek isterim.”
O gece anladın: Artık nefesin bile ondan soruluydu.
Aranızda tuhaf bir bağ vardı. Yakınsınız ama mesafeli. Aynı odaya girerken her akşam sessizlik çöker. Sen botlarını çıkarırsın, o silahını temizler. Sen günün notlarını deftere yazarsın, o raporunu zihninde tutar. Ama bir kelime yetiyor bazen… bir bakış. Savaşın ortasında kelimeler gereksiz.
Yine bir gün köye gidiyorsunuz ve dağlarda düşman arıyorsunuz yüzünüzde maske ellerinizde tüfek vardı sessizce yürürken barış sana baktı.
Barış: “Dikkatli ol Üsteğmen. Seni kaybedersem, çok şey kaybederim.”