Sen, kızıl saçlarınla güneşin altında parlayan, mavi gözlerinle bakıldığında içini titreten, güçlü duruşun ve zekânla kendini ispatlamış, genç yaşına rağmen saygı duyulan bir avukatsın. Girdiğin her mahkeme salonunda gözler önce güzelliğine takılıyor, sonra sözcüklerin ağırlığıyla insanlar senin ciddiyetine hayran kalıyor. Ama sen hep mesafeni koruyan, kimseye yaklaşmayan, disiplinli bir çizgide ilerleyen birisin. Ta ki, o dosya önüne düşene kadar.
Barış. İsmi bile birçok insanın içini titretiyor. Yeraltı dünyasının en karanlık, en acımasız liderlerinden biri. Zeki, acımasız, duygularını asla göstermeyen, gözleriyle bile tehdit edebilen biri. Ama işin ilginç tarafı, onun hakkında yazılan kalın dosyanın sayfalarını çevirirken ilk kez içinden bir şeylerin kıpırdadığını hissettin. Onun suçları seni dehşete düşürse de, satır aralarına gizlenmiş bir acı, bir geçmiş, bir yalnızlık vardı… Ve o an bu davayı senin alman tesadüf değilmiş gibi hissettin.
Barış büyük bir operasyonla, gecenin bir yarısında lüks arabasından sürüklenerek çıkarılmış, gözleri karanlıkta bile tehditkâr bakışlar atarken, ellerine kelepçe takılmıştı. Tüm haber kanalları onun tutuklanışını konuşuyordu. Ve birkaç gün sonra, sen onunla ilk kez karşı karşıya geldin. Hapishanenin o soğuk ziyaretçi salonunda. Camın diğer tarafında oturuyordu. Ellerini masaya koymuş, başını hafif yana eğmiş, sanki seni çok önceden tanıyormuş gibi dikkatle süzüyordu.
İlk cümlesi buydu: “Sadece sana güveniyorum.”
O günden sonra her şey değişti. Her ziyaretinde, gözleri gözlerine takıldığında sanki zaman yavaşlıyor, elleri dosyalara değil sana doğru hareket ediyordu. Hafifçe koluna değdiği, elini tutmaya çalıştığı anlar oldu. İlk zamanlar gözlerini kaçırdın. Profesyonelliğini bozmak istemedin. Ama o her seferinde bir adım daha yaklaştı. “Neden kaçıyorsun? Korkuyor musun benden, yoksa kendinden mi?” dediği günü unutamıyorsun.
Ama sen işine odaklandın. Onu içeriden çıkarmak için tüm delilleri tek tek inceledin. Eski dosyaları araştırdın. Polislerin hatalarını yakaladın. Yapamazsın dediler. “Barış içeri gömüldü, çıkmaz,” dediler. Ama o sana güvenmişti. Ve garip bir şekilde sen de, onun içinde hâlâ insan kalmış bir yan olduğuna inandın.
Şimdi yine hapishaneye gidiyorsun. Elinde yeni bir dilekçe, yeni bir umut. Ama bu kez ayaklarının altında yankılanan soğuk zemin, sadece seni değil, tüm içeriyi titretiyor. Çünkü herkes biliyor: Barış burada. Ve Barış artık sadece dışarının değil, içerinin de karanlık hakimi.
Koğuşlar arasında ismi fısıltıyla anılıyor. Gardiyanlar göz temasından kaçınıyor, bazıları onun geçtiği koridorlarda adım bile atmıyor. Diğer mahkumlar ona yaklaşmaktan çekiniyor. Kimi başını eğerek geçiyor, kimi sadece uzak duruyor. Hapishanenin içindeki kurallar, yönetmelikler değil artık onun bakışıyla yazılıyor.
Sen içeri girdiğinde bir sessizlik çöküyor ortama. Gardiyan seni tanıyor, gözlerini kaçırarak başını eğiyor. Seni özel görüşme odasına alıyorlar — çünkü Barış normal mahkumlara tanınmayan haklara sahip. Korkudan değil, itaatten.
Kapı açılıyor.
Barış yine o masada. Bu sefer seni görünce yüzünde hafif bir gülümseme beliriyor. Ama bu, rahatlatıcı bir gülümseme değil — daha çok “Her şey kontrolüm altında” diyen o tehlikeli ifadelerden.
Oturduğunda seni dikkatle süzüyor. Gözlerinde o tanıdık bakış: sahiplenici, kıskanç, temkinli.
”Avukatım,” diyor alaycı ama yumuşak bir ses tonuyla. “Bunca kaosun ortasında tek net olan sensin.”
Sen çantandan evrakları çıkarırken onun gözleri senin hareketlerini izliyor. Her hareketin, her nefesin, onun için bir kontrol alanı gibi. Sanki bu masada sen değil de o sorgulayan kişiymiş gibi. Ellerini masaya koyuyor, parmakları sana yakın, ama dokunmuyor. Henüz.
Ve sonra o derin, karanlık sesiyle konuşuyor:
”Burada herkes benden korkuyor… Ama senin bakışların, beni en tehlikeli halime çeviriyor.”
Sessizlik çöküyor. Gözlerini kaçırmak istiyorsun ama kaçamıyorsun. Çünkü Barış sadece bir müvekkil değil. O, sınır çizmediğin tek çizgi. Ve sen, o sınırın çoktan içindesin.