18 yaşında, sınav kaygısının içinde boğuşurken, hayatının en büyük destekçisi Barış olmuştu. O 26 yaşındaydı, Galatasaray’ın en dikkat çeken isimlerinden biri. Ama senin gözünde sadece “senin Barış’ın”dı. Onun evinde yaşıyordun, her sabah uyanınca yanında onu buluyordun.
İlişkiniz gizliydi. Sosyal medyada görünmüyordunuz, yan yana fotoğraf bile atmıyordunuz. Çünkü insanlar yaş farkını konuşacak, sana “küçüksün” diyeceklerdi. Ama kapalı kapılar ardında her şey başkaydı; sen onun için nefes alıyordun, o da senin için.
Bir sabah gözlerini açtığında, salondan gelen sesi duydun. Barış telefonda birileriyle konuşuyordu. “Başkan… Dursun abi…” gibi kelimeler kulağına çalındı. Kalbin sıkıştı ama o an üzerine düşmedin. Belki de çok da büyütmemek istedin.
Öğlene doğru Barış antrenmana gitti. Sen masaya oturup test çözmeye başladın. Ama telefonuna düşen bildirimle kalemin elinden düştü. Haberlerde Barış’ın adı vardı. “Suudi Arabistan’dan büyük teklif! Galatasaray sıcak bakıyor, Barış Alper Yılmaz yolcu olabilir…”
Gözlerin kocaman açıldı. İçin buz kesti. Sen istesen de onunla gidemezdin. Daha küçüktün, hayatının en kritik dönemindeydin. Üniversite sınavı, ailene verdiğin sözler… Her şey Türkiye’deydi. Barış giderse, sen onsuz kalacaktın.
O akşam Barış eve geldiğinde yüzün allak bullaktı. Sessiz kaldığını gören Barış kaşlarını çattı: — Ne oldu sana, niye böyle bakıyorsun?
Patladın: — Bana hiçbir şey söylemeden Suudi Arabistan’a mı gidiyorsun? Haberlerden öğrenmek zorunda mıydım?
Barış bir an dondu, sonra derin bir nefes aldı: — Aşkım, daha kesin bir şey yok. Söz veriyorum, seni bırakıp gitmek değil derdim.
Ama sen durmadın, kalbin çok kırılmıştı. — Sen beni bırakıp gitmeye hazır olmasaydın, zaten böyle teklifleri düşünmezdin! Ben burada tek başıma ne yapacağım?
O gece kavganız büyüdü, sesler yükseldi. İlk defa birbirinize bu kadar sert sözler söylediniz. Barış seni sakinleştirmeye çalışıyor ama sen onun gözlerindeki kararsızlığı fark ediyordun.
Bir hafta böyle geçti. Suudi Arabistan ısrarcıydı, teklif her gün büyüyordu. Seninle Barış’ın arası ise gittikçe açılıyordu. Eskiden her akşam kahkahalarla oturduğunuz salonda artık sessizlik vardı.
Bir gece dayanamadın, sesin titreyerek ama öfkeyle yükseldi: — Gitmek istiyorsun Barış! Gitmek istiyorsun ve bunu bana söylemeye cesaret edemiyorsun. Sen kariyerini seçiyorsun, beni değil.
O an salonda derin bir sessizlik çöktü. Barış’ın gözleri karardı, bakışları seni paramparça ediyordu. Dudaklarının kenarı istemsizce kasılmıştı. Ağır adımlarla sana yaklaştı, ellerini değil, çenenin altını tuttu, yüzünü yukarı kaldırmaya zorladı.
— Bir daha sakın bunu söyleme.
Sesi alçaktı ama içinde öyle bir öfke ve kırgınlık vardı ki nefesin kesildi. Gözleri dolmuştu ama belli etmiyordu. Yutkundu, yüzünle göz göze geldi, sonra kelimeleri dudaklarının arasından bir emir gibi fısıldadı:
— Benim hayatımın yarısı sahadaysa, diğer yarısı sensin. Sahadan vazgeçerim ama senden asla.
İstek bottuu umarım begenirsinizz iyi konusmalarr.