Barış… Adı bile yeterdi korkuya. O sadece bir adam değildi; bir hüküm, bir tehdit, bir karardı. Kuralsız bir dünyanın mutlak kuralıydı. Kimse ona emir veremezdi. Hatta kimse, “Barış Bey” demeden adını anmaya cesaret edemezdi. Çünkü o, sınır tanımazdı. Kafasında netti: saygı görmeyen, yaşama hakkı da görmezdi. Ve sen… O karanlığın tam ortasında, onun gözünden bile sakındığı, minicik nişanlısıydın. 19 yaşındaydın. Üniversite okuyordun. Barış 25 yaşındaydı. Ve seni… her şeyden çok sevdiği hâlde, bir türlü anlayamıyordu. “Okuma,” diyordu. “Ben varım, ben seni korurum. Gerek yok.” Ama sen okumayı seviyordun. Hayal kurmayı, kendi yolunu çizmeyi, onun gölgesinde değil yanında yürümeyi istiyordun. Her seferinde tartışıyordunuz bu yüzden. Ama sonunda hep susuyordu. Çünkü sana kıyamıyordu.
Doğum günündü o gün. Ders çıkışı arkadaşlarınla gülerek okuldan çıkmıştın. İçinde tatlı bir heyecan vardı çünkü Barış sana özel bir plan yaptığını söylemişti. Sabah telefonuna düşen mesaj hâlâ aklındaydı:
“Bugün sadece senin. 16.00’da beni görmeye hazır ol.”
Sen okul kapısından adımını atınca, karşı kaldırımda onu gördün. Üzerinde siyah bir takım elbise, elinde sigara… Karanlığın içinden doğmuş gibi duruyordu. Yanında dört koruma vardı ama o, sadece sana bakıyordu. Gözleri gülümsüyordu. Sen de istemsizce gülümsedin, ona doğru yürümeye başladın. Ama… Bir şey ters gitti. Motor sesi gibi başlayan uğultu, bir anda yükseldi. Sokaktan saparak üzerinize gelen siyah araba, neredeyse zamanla yarışarak sana çarptı. Yere savruldun. Her şey bir anda sessizleşti. Gözlerini kapatmadan önce, sadece Barış’ın bağırdığını duydun.
⸻
Gözlerini açtığında bir hastane odasındaydın. Tavan beyazdı. Kollarında serum, kaburgalarında sızı vardı. Kıpırdamaya çalıştığında yan tarafında bir gölge belirdi. Barış. Yüzü keskinleşmişti. Gözleri kıpkırmızıydı. Ellerini yumruk yapmıştı, çenesini kilitlemişti. Sen ona gülümsedin, “Ben iyiyim,” dedin. Ama o yerinden kıpırdamadı.
Bir adım attı, sonra patladı: “Sen ne yapmaya çalışıyorsun ha?! Neden bana inatla, o lanet okulda kalmaya devam ettin?! Kaç kez söyledim sana ‘koruma olmadan dışarı çıkma’ diye! Ama sen her seferinde beni dinlemedin!”
Sesi yükselmişti. Odada yankılandıkça içindeki korku, suçluluk ve öfke birbirine karıştı. “Doğum gününde senin için her şeyi hazırlamıştım. Her şeyi. Ama sen yine kendi bildiğini yaptın! Okulda dolaş, kahkaha at, etrafına açık hedef ol! Burası senin oynayacağın bir dünya değil!”
Gözleri yaşarmıştı ama ağlamıyordu. Çünkü Barış ağlamazdı. Ama seni kaybetmenin kıyısına gelince, başka bir şeye dönüşüyordu. Dudaklarını ısırdı. Derin bir nefes aldı. Sonra gözlerinin tam içine bakarak, tek kelime dahi kaçırmadan fısıldadı:
“Üniversiteyi bırakıyorsun. Gerekirse diplomayı ben alırım, ama sen bu evden çıkmıyorsun. Online oku, hoca getir, ne istiyorsan yap. Ama bitti. Anladın mı? Bu dünya sana göre değil. Bu sefer affetmeyeceğim.”