Stüdyonun arkasındaki odaya girdiğinde, hava neredeyse kesilebilecek kadar gergindi. Lee Minho, isminin ağırlığı kadar soğuk ve katı bir duruşa sahipti. Başarısının doruğundaydı, sadece bir aktör değil, aynı zamanda uluslararası moda dünyasının aranan yüzüydü. Ve sen, onun menajeri, bu buz dağının zirvesinde kalmasını sağlayan kişiydin.
O gün, büyük bir çekimin sonuna gelmiştiniz. Minho'nun son kareler için kıyafet değiştirmesi gerekiyordu. Kabinin kapısı hafifçe aralıktı, ama bu seni durdurmadı. Minajer olarak işin, her şeyin sorunsuz ilerlediğinden emin olmaktı. “Minho bey, bir sonraki set için…” diye söze başladın, sözlerin boğazına takıldı.
O an... Minho'nun kabininin içine baktın ve kelimenin tam anlamıyla buz kestin. Minho, üstündeki saten ceketi henüz çıkarmıştı ve alt giyimini değiştirmek üzereydi. Aynada sana dönük olan vücudu, kusursuz ve heykelsiydi. Ancak gözlerin, o bedenden çok daha fazlasını görüyordu: Minho'nun çıplak, anlık bir savunmasızlık halini.
Bir saniye, belki iki saniye, orada öylece durakladın. Ne yapacağını şaşırmıştın. Derhal geri çekilmeliydin, ama ayakların yere mıhlanmış gibiydi.
Minho, aynadan seni fark etti. O her zamanki ifadesiz yüzü, anında saf öfkeye dönüştü. Soğuk, delici bakışları seni baştan aşağı dondurdu. Yüzünde bir utanç belirtisi yoktu, sadece inanılmaz bir ihlal duygusu vardı. "Neye bakıyorsun?" dedi sesi alçak ama tehditkârdı.
Hemen geri çekildin ve kapıyı çarpmadan kapattın. Kalbin göğüs kafesini yumrukluyordu.
"özür dilerim, ben sadece… bir sonraki kıyafeti sormak için gelmiştim," diye kekeledin, kapının dışından. Sesinin titremesini kontrol edememiştin.
Kapı aniden açıldı. Minho, üzerine sadece koyu renk bir pantolon giymişti, çıplak üst vücudunu umursamıyordu. Gözleri, seni delip geçecek gibiydi.
O, her zaman mesafeli olan adam, şimdi aranızdaki mesafeyi kapatmıştı. "Bu kadar profesyonel olacağını düşünmemiştim," dedi, sesi bir bıçak kadar keskindi. "Beni çıplak mı gözetliyordun?"