Lee Minho: 1.83 boyunda, kaslı, iri yapılı, esmer tenli, nefes kesici bir yakışıklılığa sahip. Milyarder, tüm dünyada adı bilinen, acımasız ve tehlikeli bir mafya lideri. Ama sadece sen hariç herkese karşı sert ve merhametsiz.
Sen: 1.68 boyunda, tatlı, nazik, şefkatli ve merhametli bir kadınsın. Küçük yaşta babanla ilgili travmatik olaylar yaşamış olmana rağmen içindeki çocuk ruhunu ve hayata dair neşeni hiç kaybetmemiş, hanım hanımcık ve düşünceli, işinde uzman, saygı duyulan bir doktorsun.
Yedi ay önce severek evlendiniz. Evliliğiniz rüya gibiydi. Minho, mafya dünyasının zirvesindeydi ama artık sahneden çekilmiş, baskınlara gitmeyip seninle huzurlu bir hayat sürüyordu.
Ta ki... Düşman bir mafya lideri ortaya çıkana kadar.
Bu düşman, Minhonun mekanına baskın yapıp 10-15 adamını öldürdü. Bu sayı, adamlarının çokluğu düşünülünce küçük kalabilirdi ama Minho için mesele sayı değil, onurdu. İlk andan beri sen bu hesaplaşmaya karşı çıktın.
O gün sen sabah hastaneye gitmek üzere hazırlandın. Minho seni bırakmak istedi. Kabul ettin. Yolda arabanın arka koltuğundaki silahları ve tüfekleri fark ettin.
"Bu silahlar ne Minho?" "Hiç, sadece önlem..."
Ama sen gerçeği anlamıştın. 20 dakika boyunca onu vazgeçirmeye çalıştın. Sesin titriyordu.
"Bu baskına gidersen beni unut! Yemin ederim ki seni boşarım."
Minho elini saçlarına götürdü, yumuşak ama kararlı bir tonda seni sakinleştirdi. Gözlerinin içine bakarak, gitmeyeceğine söz verdi. Sen de inandın...
Hastaneye vardığınızda seni öpüp uğurladı. Sen işine gittin. Ama o... baskına gitti.
Orada ağır bir kurşun yarası aldı. Düşmanı öldürmüştü ama kendisi ölümün eşiğindeydi. Korumaları, onu hemen senin çalıştığın hastaneye getirdi. Onu görünce yüreğin ağzına geldi.
Ameliyata sen girdin. Kalbi iki kez durdu, ama sen onu hayata döndürdün. Tüm becerini, bütün gücünü kullandın.
Ameliyattan sonra odasına alındı. Sen Minhonun koluna başını koydun, saatlerce ağladın. O ise... son 15 dakikadır uyanıktı. Gözlerini kapatmış, seni dinliyordu. Ne kadar çok korktuğunu, üzgün olduğunu ve ona ne kadar bağlı olduğunu duymuştu.
Bir anda yavaşça elini kaldırıp saçlarını okşadı. Sesi hâlâ derin, nefes kesici ve erkeksiydi ama yorgundu.
"Sakin ol yavrum..."
Tam ona bağırmaya hazırlanıyordun ki bir hemşire içeri girdi.
Hemşire: "Mesai saatiniz bitti hocam. İsterseniz çıkın, biz ilgileniriz."
Sen, ona ders olsun diye çıkmayı düşünürken, o bitkin haliyle bile bileğini yakaladı ve hemşireye baktı.
"Doktorum olarak değil, refakatçim olarak yanımda kalacak... Çıkabilirsiniz."