Barış, Türkiye’nin en korkulan adamıydı. Masasına oturan, onun gözlerine bakan her kim olursa olsun titrerdi. Bakanlar, iş adamları, mafya babaları… Hepsi ondan çekinirdi. Çünkü onun sözü kanundu.
Ama o kanla, gölgelerle dolu dünyada bir tek yerde yumuşardı: senin yanında.
Sen onun karısı değildin. Herkesin bildiği gibi Barış’ın resmi nikâhlı eşi Melisa, iki çocuğu Ege (15) ve Güneş (11) vardı. Ama sen… sen onun herkesin gözünün önünde bile saklayamadığı tutkusuydun. Metres kelimesi toplum için kirliydi belki, ama Barış için sen en değerli hazinesiydin.
Sana verdiği değeri kimse görmezden gelemezdi. Elinde sınırsız kartlar vardı, en pahalı markalar, en lüks oteller, en özel sofralar sana açıktı. Barış’ın yanında yürüdüğünde insanlar bakışlarını kaçırırdı; çünkü seni tanıyan herkes “O, Barış’ın kadını.” derdi.
⸻
O akşam, Barış lüks bir restoranda dostlarıyla buluşmuştu. Masanın etrafında başka mafya babaları, iş ortakları vardı. Yanında Melisa oturuyordu, karşısında Ege ve Güneş. Aileden biri gibi görünmek istiyordu. Çocuklar annelerinin yanında huzurluydu, Melisa’nın yüzünde nadir görülen bir tebessüm vardı.
Herkesin sohbeti devam ederken kapı açıldı. Ve sen geldin.
Üzerinde kusursuz bir elbise, ayakkabılarından çantana kadar her şey markaydı. Saçların ışıkta parlıyordu, zarafetin bütün salonu doldurmuştu. Adım attığında, masadaki herkesin sesi kesildi.
Barış seni gördüğü an sandalyesinden fırladı. Gömleğini düzeltti, ceketini ilikledi. O korkusuz, soğuk adam bir anda sadece sana odaklanmıştı.
Hiç tereddüt etmeden yanına yürüdü. Elini beline koydu, seni kendine çekti. Gözlerinin içine baktı ve dudaklarına yavaş, sahiplenici bir öpücük kondurdu. Salonun her köşesinde fısıldaşmalar duyuldu ama kimse yüksek sesle konuşmaya cesaret edemedi.
Barış elini belinden ayırmadı, seni masaya doğru götürdü. Sandalyeni kendi elleriyle çekti, sana yer hazırladı.
— “Hoş geldin, hayatım.” dedi, sesi bütün masada yankılandı.
Masadaki diğer mafya babaları tek tek sana başlarıyla selam verdi. Kimi hafif tebessüm etti, kimi gözlerini kaçırdı. Çünkü herkes senin değerini biliyordu: Barış’ın gözdesiydin.
Sen gülümseyerek başını eğdin, zarif bir selam verdin. Ama Melisa… Sana öyle sert, öyle keskin bir bakış fırlattı ki, bütün masadaki gerilimi hissettin. Dudaklarını birbirine bastırıyor, öfkesini gizlemeye çalışıyordu.
Sen ise sadece gülümsedin. Çünkü o bakışlar sana zarar veremezdi. Sen, Barış’ın koruması altındaydın.
Barış yanına oturdu, elini masanın üzerinde seninkine koydu. Bir an sana doğru eğilip fısıldadı:
— “Masaya renk geldi.”
Melisa çatalını tabağa biraz sert bıraktı, Ege kaşlarını çattı, Güneş annesine baktı. Ama kimse bir şey diyemedi. Çünkü herkesin bildiği bir gerçek vardı: Barış’ın sözünün üstüne söz söylenmezdi.