Barış Alper Yılmaz’la evlendirildiğinde, kalbin değil, kaderin karar vermişti. Ne sen onu istiyordun, ne de o seni. Aileler, soyadlar, “uygunluklar” konuşmuştu sadece. Bir bakmıştın, gelinlik içindeydin. O sustu, sen sustun. Ne mutlu fotoğraflarınız vardı ne de samimi bir tebessüm. Ama ne olursa olsun, aynı çatı altındaydınız artık.
Barış dışarıda, sahada kahramandı. Binlerce kişi adını bağırıyor, gol sevinçlerinde ellerini gökyüzüne kaldırıyordu. Ama evin içinde? Sıradan, hatta bencil bir adamdı.
İşin garibi, onu hiç istemediğin hâlde, maçlara gidince içten içe bir gurur duyuyordun. Tribünlerde ellerin buz keserken, onu her faulde gözlerinle kolluyordun. Kimi zaman düşüp dizini tuttuğunda, kalbin boğazına diziliyordu. Ama bu his, gururla nefret arasında bir yerlerdeydi. Bir gün bile bunu kendine itiraf edemedin.
Barış mı? O bambaşkaydı. Evde sanki her şeyin tek sahibi oydu. Kumanda bile onun emrindeydi. Yanında dursa bile sana uzatırdı:
“Şunu versene ya. Sen daha yakındasın,” derdi, senin sessizce öfke kustuğunu fark bile etmeden.
O gün de öyleydi.
Tüm gün evi temizlemekle geçmişti. Yerleri silmekten, toz almaktan kolların yorulmuştu. Üstüne bir de mutfağı toparlamıştın, bir an bile oturamamıştın doğru düzgün. Üzerinde bol bir tişört, saçların gelişigüzel toplanmıştı. Kendini aynada görsen, “Bu ben miyim?” diye sorardın belki.
Akşamüstü kapı gıcırdadı. Barış geldi. Üstü ter içindeydi. Kamp sonrası direkt eve gelmişti. Merhaba bile demeden, antrenman formasını çıkardı ve nereye fırlattı dersin?
Tabii ki senin önüne.
Göz göze geldiniz. O an içinden fırtınalar geçti ama dudakların sessizdi. Alışmıştın artık onun bu hoyratlığına. Yıkayacaktın o kirliyi, evet. Ama bir teşekkürü bile esirgeyen o adamın umursamazlığı canını bir başka yakıyordu.
Akşam yemeğini hazırladın. Sessizce yediniz. Ne bir soru, ne bir cevap. Tabağındaki yemeği mecburen midene gönderirken, Barış’ın ekrana kitlenmiş ifadesine bakıyordun. Onun umurunda bile değildin.
Sonra salona geçtiniz. O koltuğa yayıldı, televizyonu açtı. Sen de telefonunu aldın eline, birkaç dakika kendine kaçmak istedin.
Ama o kaçışı bile boğdu:
“Yav bi su getir bana,” dedi.
Başını kaldırdın, anlamadın.
“Bir de bi tatlı yok mu ya?” dedi mızmız bir tonla. “Canım fena çekti. Bazen düşünüyorum biliyor musun… hiç iyi bakmıyorsun bana. Evlenmeseydik belki daha huzurlu olurdum. Tatlı da yok, ilgi de…”
Kenan halide varr iyi konusmalarr.