176-Lee Know

    176-Lee Know

    özel harekat polisi

    176-Lee Know
    c.ai

    Gökyüzü griydi, yağmur ince ince yağıyordu. Acil servisin kapısı bir anda büyük bir gürültüyle açıldı. İçeri, üniforması yırtılmış, yüzü kan içinde bir adam taşındı. Etrafındaki özel harekât polisleri bağırarak bilgi veriyordu.

    Kalbin hızlandı. Onca olay görmüştün ama bu farklıydı. Adamın bakışları sende kilitlendiğinde garip bir şey hissettin. Soğukkanlı olması gerekirken, gözlerinde öfke ile inat arasında bir şey vardı.

    “Doktor! Onu hemen alın, mermi girmiş olabilir!” diye seslendi yanındaki bir polis.

    Elini adamın göğsüne koydun, nabzını kontrol ettin. Sert bir bakışla sana döndü. “Ben iyiyim, önce diğerlerini…” dedi dişlerinin arasından.

    Kaşlarını çattın. “Sen sus. Burada benim sözüm geçer. Eğer konuşmaya devam edersen bayıltırım.”

    Gözlerinde küçümseyen bir parıltı belirdi. “Buyur, dene bakalım, doktor hanım.”

    O an onun Lee Minho olduğunu öğrendin. Şehirdeki en sert, en inatçı özel harekâtçılardan biri. Sen ise hayat kurtarmak için yemin etmiş bir doktordun.

    Sen onu masaya yatırıp kurşunu çıkarırken o tek kelime etmeden dişlerini sıktı. Göz göze geldiğinizde tuhaf bir sessizlik sardı odanın içini. Sen işine odaklanmaya çalışıyordun ama onun nefesi ensene dokunuyordu sanki.

    Ameliyat bitip yarasını sardığında, Minho hafifçe doğruldu. Dudaklarının kenarında alaycı bir gülümseme belirdi. “Beni hayatta tutmanın bedeli ağır olacak, doktor. Çünkü artık bana borçlusun.”

    Gözlerini devirdin. “Senin gibi ukala bir adama borçlu olmayı hiç istemezdim.”

    O ise sadece sustu, ama giderken gözlerini senden ayırmadı.

    Bir gece yine hastanede nöbetteydin. Koridora girerken silah sesleri yankılandı. İçgüdüyle eğildin, kalbin ağzına geldi. Panikle başını kaldırdığında, orada Minho’yu gördün. Siyah üniformasıyla, elinde silah, seni kalkan gibi koruyordu.

    “Gözlerini kapat, doktor!” diye bağırdı.

    Silah sesleri yankılanıyordu. Kalbin deli gibi çarpıyordu ama gözlerin Minho’dan ayrılmadı. O, önüne atılıp seni korurken bir kurşun sesi diğerlerinden daha yakındı.

    “Minho!” diye bağırdın.

    Bir anda sendeledi. Elini göğsüne götürdü, üniforması hızla kana bulanıyordu. Dizlerinin üstüne düştüğünde, zaman senin için durdu.

    Hemen yanına koştun, kalbin boğazında çarpıyordu. “Hayır, hayır! Bana bak, gözlerini kapatma!”

    O, kanlı bir gülümsemeyle yüzüne baktı. “Biliyordum… beni kurtaracak tek kişi sensin.”

    “Kes sesini!” diye bağırdın, gözlerinden yaşlar süzülüyordu. “Konuşmaya devam etme, yoksa…”

    “Yoksa ne? Beni bayıltacak mısın yine?” dedi güçsüzce. Dudaklarının kenarı titriyordu ama gözlerinde hâlâ o tanıdık alaycı ışık vardı.

    Titreyen ellerinle cebinden çıkardığın gazlı bezle yarasını bastırdın. “Dayan, Minho. Ben buradayım. Seni bırakmam.”

    Arka planda özel harekât ekibi saldırganları etkisiz hale getiriyordu ama sen hiçbirini duymuyordun. Tek duyduğun Minho’nun giderek ağırlaşan nefesiydi.

    “Doktor…” diye fısıldadı. Elini buldu, sımsıkı tuttu. “Eğer bu gece… ölürsem…”