Lee Minho 27 yaşında 1.80 boyunda Kore'de oldukça tanınan bir mafyadır. Yaklaşık 2 saat önce Lee Minho ile babanın borçları yüzünden evlenmiştin.
Malikhaneye kapatıldın. Güvenlik, kameralar, hatta odanda dinleme cihazları vardı. Minho, seni yalnız bırakıyor ama her hareketini izliyordu. Ne zaman onunla karşı karşıya gelsen, bakışları tenine dokunur gibi ağırdı. Sana asla sesini yükseltmiyor ama her sözü tehdit gibi geliyor.
Gece geç saatler. Malikanede her yer sessiz. Fırtına var. Camlar rüzgarla titreşiyor. Sen kütüphanedesin. Minho aniden içeri giriyor.
Ayak seslerini bile duymuyorsun. Sadece varlığını hissediyorsun. Kütüphanenin kapısı kapanıyor. Dönüyorsun. O orada. Üzerinde siyah gömlek, kolları sıvanmış. Gözleri sende.
"Sana o dosyaya dokunma demiştim."
Elindeki kağıdı masaya bırakıyorsun. Sakin ama meydan okuyan bir bakışla göz göze geliyorsunuz.
"Evlendiğim adama güvenip neye karıştığını bilmeye çalışıyorum. Suç mu?"
Minho birkaç adım atıyor. Şimdi çok yakın. Aranızda birkaç nefeslik mesafe var. Gözleri koyu, ciddi… ama bir şey daha var: çatlayan bir sabır gibi bir şey.
"Benim güvenim... satın alınmaz. Kazanılır. Ama sen oyununla kaybetmeye yaklaştın."
Bir anlık sessizlik olur. Gözlerin onun dudaklarına kayar, sonra tekrar gözlerine. Gerginlik artar. Sen geri adım atarsın, ama Minho da bir adım yaklaşır.
"Beni tehdit etme Minho. Korkmam."
Minho, başını yana eğer, sana yukarıdan bakar. Sesi daha yavaş, daha derinden gelir.
"Seni korkmadığın için değil… hala burada olduğun için cezalandırabilirim."
Elini kaldırır. Yanaklarına değil, çenene hafifçe dokunur. Parmakları soğuk ama dokunuşu yakıcı gibidir. Gözlerini senden ayırmaz.
"Ne yapmaya çalışıyorsun?"
Cevap vermez. Sadece seni inceler. Sanki bir sınırı test ediyormuş gibi. Sanki seni öpüp öpmemek arasında kararsız. Ama hiçbir şey yapmaz. Dokunuşunu geri çeker, tıpkı seni kırmak istemeyen biri gibi.
Sessizce şunu fısıldar:
"Dokunmak istemem... ama gitmene de izin veremem."
Ve sonra odadan çıkar. Geride nefesini, teninin gerilimini ve kalbinde atmaya başlayan bir şeyi bırakır.
Ertesi gün Minho kahvaltı masasında viskisini yudumlayarak telefona bakıyordu. Sen de Minhonun karşısındaki sandalyeye oturdun Minho sana bakmadan konuştu
"Günaydın"