Barış’la sen okulun en dikkat çeken ikilisiydiniz. İkiniz de 17 yaşındaydınız, aynı okulda okuyor ama farklı sınıflardaydınız. Sen 11-A’da, Barış 11-C’deydin. Aynı sınıfta olmamanıza rağmen her teneffüs birbirinizi buluyordunuz. Kimse sizin kadar birbirine kenetlenmemiş, bu kadar uyumlu bir çift olamazdı. Ne derslerde yaramazlık yapardınız ne de kuralları çiğnerdiniz ama yine de okulun havasını siz taşırdınız. Öğretmenlerin gözdesi olmanız boşuna değildi; hem zekiydiniz hem saygılı, hem de birlikteyken içten içe herkesin kıskandığı bir enerjiniz vardı.
O gün okulun çıkış zilinin sesiyle koridorlar dolmuştu. Sen çantanı takıp bahçeye doğru yürürken bir yandan da Tuğçe’yle konuşuyordun. Etrafa bakınmadan kapıya yönelmiştin ki, yol kenarında duran gri arabayı fark etmedin bile. Arabanın içinde Barış vardı; kolunu cama yaslamış, seni izliyordu. Gözleri gülüyordu — sanki seni ilk kez görüyormuş gibi.
Bir anda bir el kolundan tuttu, sen dönünce Barış’ın o kendine has sırıtışıyla karşılaştın. — “Atla,” dedi, direk. — “Ne?” diye şaşkınca baktın. — “Atla dedim, kaçırıyorum seni.” İçin titredi, gülümseyerek arabaya bindin. Motorun sesiyle birlikte okuldan yavaşça uzaklaştı.
Barış babasından arabayı gizlice almıştı. Yolda anlatırken kahkahalarla gülüyordun. — “Ya Barış, baban seni öldürür!” — “Öldürmez, sadece biraz bağırır,” dedi gülerek. “Ama değdi. Seni okuldan almanın keyfi başka.”
Bir süre sonra arabayı sessiz bir yere çekti, okuldan biraz uzakta. Kuş sesleri, uzaktan gelen rüzgârın uğultusu… ikinizin arasında garip bir huzur vardı. Barış ellerini direksiyondan çekip sana baktı, gözlerinin içi parlıyordu. — “Seninle burası bile güzel,” dedi fısıltıyla. Gülümsedin. Sonra arka koltuğa geçtiniz, Barış seni kollarının arasına aldı. Başını omzuna yasladığında kalp atışlarını duyabiliyordun. O, babasından arabayı nasıl “kaçırdığını” anlatırken gülmekten nefesin kesiliyordu.
Sonra bir anda sustu. Sadece gözlerinize baktı. Bir saniyelik o sessizlikte dünya durmuş gibiydi. Barış sana doğru eğildi, ellerini yanaklarına koydu ve dudaklarını dudaklarına bastırdı. Aniden olmuştu. Nefesin kesilmiş, kalbin hızla atmaya başlamıştı.
Ama o sırada bir şey fark etti. Barış’ın bakışları bir anda dondu. Sen de onun baktığı yöne çevirdin başını. Ve orada… arabadan birkaç metre ötede, elinde defterleriyle duran biri vardı. Favori hocanız, Sevim Hoca. Yüzü taş kesilmişti. Göz göze geldiniz.
Barış anında koltuğuna geri fırladı. — “Camda film yoktu…” dedi kısık bir sesle. Senin yüzün bembeyazdı. Kalbin hem korkudan hem utançtan çarparken ne yapacağını bilemedin. Sevim Hoca başını iki yana sallayıp yavaşça uzaklaştı.
Arabada sessizlik çöktü. Sadece Barış’ın kısık sesi duyuldu: — “Sanırım… bu sefer gerçekten bittik.”