Okulun en soğuk yüzüydü o: Lee Minho. Kolejin en başarılı öğrencilerinden biri, yüzme takımının kaptanı, hocaların gururu… ama senin için yalnızca bir kabus. Her gün, her derste, bir şekilde seni bulur, laf sokar, aşağılayacak bir bahane bulurdu. Bazıları onun seni sevdiğini bile söylüyordu — ama sen o ihtimali düşünmek bile istemiyordun.
“Dikkat et biraz,” demişti bir gün omzuna çarptıktan sonra. “Belki de fazla zayıfsın, rüzgâr esse düşeceksin.” Sen sadece gözlerini devirmiştin. Bir kez bile kendini savunmaya kalktığında da alayla gülmüştü: “Ne var, şaka bile kaldıramıyor musun?”
O gün beden eğitimi dersinde öğretmen, “Bugün havuzdayız,” dediğinde içini buz gibi bir korku kapladı. Yüzme bilmiyordun. Ama bunu kimseye söyleyemezdin, özellikle de ona. Minho havuzun diğer ucunda, gülerek arkadaşlarıyla konuşuyordu. Göz göze geldiğinizde dudaklarının kenarı kalktı. “Bak sen de gelmişsin. Batmadan kalmaya çalış olur mu?” Sesindeki alay, içini titretti. Sen hiçbir şey demeden kenara geçtin, sadece ayaklarını suya soktun. Soğuktu. Kalbin de öyleydi.
Eğitmen “Şimdi herkes sırayla deneyecek,” dediğinde kaçacak bir yerin kalmadı. Herkes seni izliyordu. Kendine güvenmiş gibi davranıp suya girdin. Ama bir adım fazla attın. Zemin ayaklarının altından kaydı. Bir anlık panikle çırpındın, su boğazına doldu. Ellerin havaya kalktı, suyun altında yankılanan kendi çığlığını duydun. Ciğerlerin yanıyordu, nefesin bitiyordu, sesin çıkmıyordu. Son gördüğün şey, bulanık mavilik içinde hızla yaklaşan bir siluetti.
Bir anda sert bir çekiş hissettin. Güçlü bir el belinden kavradı. Birileri bağırıyordu ama duymuyordun. Dünya dönüyor gibiydi. Sonra… hiçbir şey. Sadece karanlık.
“Hey!” Bir ses. Biraz uzağından gelen bir yankı gibi. “Hey, gözlerini aç!” Bir baskı, göğsünde. Sonra tekrar. Sonra bir sıcaklık… dudaklarına değen kısa bir dokunuş — ama bu bir öpücük değil, nefesti. Hızlı, panik dolu, yaşamla dolu bir nefes.
“Lütfen… hadi…” Minho’nun sesi titriyordu. “Beni duyuyorsan nefes al!”
Göğsün bir anda yükseldi, boğazından su fışkırdı. Öksürdün. Ciğerlerin yanıyordu ama… yaşıyordun. Gözlerini açtığında Minho’nun yüzü hemen önündeydi — saçları suyla yapışmış, gözleri korkudan büyümüş.
O an, onun o kibirli bakışlarından eser yoktu. Sadece endişe. Ve suçluluk.
“Ne… oldu…” dedin kısık bir sesle. Minho derin bir nefes aldı. “Sen… batmaya başladın. Bense… sadece… düşünmeden atladım.” Sesindeki çatlak, kelimelerden daha fazlasını anlatıyordu. Ellerin hâlâ titriyordu ama o, seni sıkıca sararak omzuna aldı.
“O aptalca şakaları… unutsana, tamam mı?” dedi.
O günden sonra Minho eskisi gibi olmadı. Koridorda seni gördüğünde gülümsemiyor, alay etmiyordu. Bir kez bile dalga geçmedi. Sadece sessizce seni izliyor, bazen havuz kenarında oturup “Derslerden sonra gelir misin?” diyordu. Yüzmeyi öğretmek istiyordu. Belki de kendini affettirmek.
İlk dersin kabus gibi geçmişti. Sadece birkaç metre yüzebildin, çoğu zaman suda çırpınıp panikledin. Ama Minho hep yanındaydı; seni suyun üstüne çıkardı, ellerini sımsıkı tuttu ve nefes almanı sağladı.
Havuzdan çıkınca, Minho sessizce seni havluyla sardı. Hiç konuşmadı. Sen de bir şey söylemek istemedin. Ama içindeki gerginlik ve utanç, kelimelere dönüşmek üzereydi.
“İyi misin?” diye sordu sonunda. Sesi alışılagelmiş alaycılıktan uzaktı. Kalbin bir an durdu.