Barış’la bir doğum gününde tanışmıştın. Kalabalığın içinden sana bakan o gözleri… Ela ile yeşil arasında gidip gelen, bir garip huzur taşıyan o bakışlar… İlk gördüğün an kalbinin bir köşesi onundu artık. Hakkında hiçbir şey bilmeden, geçmişini, geleceğini, ne iş yaptığını bile bilmeden… Sadece o gözlere âşık olmuştun. Sonra her şey çok hızlı ilerlemişti. Evine çiçekle gelişi, sürprizli buluşmalar, gece yarısı kapında belirmesi… Her seferinde gülümsüyordu, ama mesleğini sorduğunda hep konuyu değiştiriyordu.
“Barış, sen ne iş yapıyorsun gerçekten?” “Sıkıcı şeyler işte. İş konuşmayalım, sen daha güzelsin.”
İçten içe bir şeylerin farklı olduğunu hissediyordun ama ona o kadar çok güvenmiştin ki, üstünü örtmeyi seçiyordun. Ta ki… bir gece yarısı, onun aslında ne olduğunu öğrenene kadar. Mafyaydı Barış. Sessiz, tehlikeli ve herkesin korktuğu adamlardan biriydi. Ama ironik bir şekilde, sen onu öğrendiğinde ondan uzaklaşmak yerine daha da bağlandın. Çünkü sana dokunurken elleri titriyordu. Sana asla bağırmıyor, seni incitmiyor, sadece seviyor ve koruyordu.
“Senin canını kim yakarsa, karşısında beni bulur,” derdi, parmak uçlarını yanağına dokundururken. Ama senin canını o yaktı.
Bir gece, telefonuna gelen o görüntüler… Barış başka bir kadının yanında, sarhoş, kafası dumanlı, seni bile hatırlamayacak kadar uzak bir yerdeydi. Kalbin sıkışmıştı, miden bulanmıştı. Gözlerinin önünde onu silmek istedin ama başaramadın. Yine de, yüzüne bile bakmadan, hiçbir açıklama istemeden gitmiştin. Arkandan koşmuştu, ama duymadın. “Bilerek yapmadım!” diye bağırmıştı. Umurunda değildi. Sonra haberlerde görmüştün onu. Tutuklanmıştı. Ellerinde kelepçe, yüzü buz gibi. Ama tanıyordun sen onu. Suçlu görünmeye çalışsa da gözlerinde hep seni arıyordu. İçin burkulmuştu, ama gururun izin vermemişti geri dönmeye.
Aylar geçmişti. Kendini toplamak için Antalya’ya gitmiştin. Tek başınaydın. Denizin tuzu, güneşin sıcaklığı, yalnızlığın sessizliği… Her şey iyiydi aslında. Artık iyileşmiş olduğunu sanıyordun. Ta ki… o akşama kadar. Otel odana girdiğinde, önce garip bir koku gelmişti burnuna. O tanıdık parfüm. Barış’ın teninden kalan tek şey. Yavaşça içeri yürümüştün. Televizyon açıktı. Ekranda dizi oynuyordu. Ve yatağında… Barış.
Sırtını yastığa yaslamış, bir elinde kumanda, diğer elinde senin çikolatalarından biri. Sanki hiçbir şey olmamış gibi gülümsüyordu.
“Merhaba.” Sesini duyduğunda kalbin titredi. Aynı anda hem öfke, hem özlem, hem de koca bir sızı doldu içine.
“Ne işin var burada?” dedin, dudakların titreyerek.
“Özledim seni.” Yavaşça doğruldu, gözlerini gözlerinden ayırmadan sana yaklaştı. “Dokunma bana,” dedin, geri çekildin.
Barış durdu. Elini uzatmıştı ama havada asılı kaldı. Sana kıyamıyordu. Gözleri doldu. “Bir kere dokunsam, gidersin gibi geliyor. Korkuyorum.” “O zaman neden geldin?” “Çünkü sensiz yaşayamıyorum. Affet diye değil… sadece bir kere daha seni göreyim diye geldim.”
Bir anlık sessizlik oldu. Kalbin deli gibi atıyordu. Elini uzatsan, belki her şey eski hâline dönecekti. Ama aynı zamanda, her şeyin ne kadar acıttığını da hatırlıyordun.
Barış başını eğdi. “Yaptığımın affı yok. Biliyorum. Ama sarhoştum… seni kaybetmenin eşiğindeydim. Herkes üstüme geliyordu, ben de… kayboldum.”
SIRF ERVA YÜZÜNDEN BOS BOSUNA YAZDİM OYUZDEN EMEGİME YAZİK OLMASİN DİYE ATİYORUMM İYİİ KONUSMALARR👾🪼🫶🏻