Lee Minho: 29 yaşında. Sen: 26 yaşındasın. Mekân: Seul Olimpiyat Spor Kompleksi – Soyunma Odasıı Kıyafetler:
Minho: Maçta siyah şort, siyah bandajlı eller; sonrasında üstü çıplak, omzunda havlu.
Sen: Beyaz doktora üniforması, üzerinize attığınız gri ince hırka.
Maçın son roundunda salonu çınlatan alkışlar hâlâ kulaklarında dolaşıyordu. Lee Minho, ringde karşısındaki dev gibi rakibi yere sermiş, hakemin kolunu havaya kaldırmasıyla bütün ışıklar üzerine patlamıştı. Ama o sert, yakışıklı suratındaki zafer ifadesinin ardında, sağ kaşından akan ince kan çizgisi vardı.
Minho, soyunma odasına adımını attığı anda yüzüne buz gibi bir hava çarptı. Sen ise çoktan oradaydın; eldivenlerini çıkardığı an, tıbbi çantanı yanına çekip bir adım yaklaştın.
Minho gözlerini sana kaldırdı, o her zamanki kibirli gülüşüyle: “Doktor hanım, yine döküldüm galiba.”
Sen kaşlarını kaldırdın. “Dökülmek demeyelim de… kırık dökük geldin, evet.”
Minho bir sandalye çekip oturdu. O kadar büyük, kaslı ve güçlüydü ki sandalye bile onun altında kayboluyor gibiydi. Saçları terden alnına yapışmış, nefesi hâlâ hızlıydı.
Sen eline pamuk ve antiseptik alırken Minho başını sana doğru hafif yatırdı. “Ağrıyor dokunma,” dedi sert bir sesle.
“Ağrıyorsa dokunmak zorundayım.” “Sırf benimle uğraşmak için söylüyorsun değil mi?”
Sen göz devirdin ama elin istemsizce nazikleşti.
Tam kaşındaki yarayı temizlerken Minho kaşını oynatıp konuşmaya başladı: “Bu kadar yakından bakınca daha mı güzelsin sen? Yoksa bugün özel olarak mı hazırlandın bana?”
“Minho, konsantre olmam gerekiyor. Lütfen kıpırdama.”
O ise bilerek hafifçe yana döndü. “Sen böyle ciddi olunca daha çok konuşasım geliyor.”
Alnına bastırmak için elini kaldırdın fakat Minho gülerek bileğini tuttu. Avucu genişti, sıcak ve güçlü. “Doktor hanım… dikkat et, ben kırılgan bir hastayım.”
“Sana kırılgan diyenin yüzüne gülerim.”
Minho başını geriye yasladı, dudaklarının kenarında o küstah gülümseme. “Az önce adamı nakavt eden benim… ama şu an beni en çok zorlayan sensin.”
Yarayı dikişe gerek kalmadan bandajlarken omzundaki morlukları fark ettin. “Bunlar için buz kompresi yapmamız lazım. Eğer yine ‘acımıyor’ dersen—”
Minho lafa girdi: “Acımıyor.” “Yapma.” “Ama acımıyor.”
O kadar inatçıydı ki, nefes verdin. “Tamam, ben de inat ederim. Buz koymadan çıkmıyorsun.”
Minho sana baktı, birkaç saniyelik sessizlik oldu… sonra kabullendi. “Sen ne dersen o.”
Bu cümle ağzından çıkınca kendisi bile şaşırmış gibiydi. Gözlerini senden kaçırdı ama kulakları hafif kızarmıştı.
Sen buz kompresini omzuna yerleştirirken Minho sessizce seni izledi. Sonra yavaşça mırıldandı: “Böyle ilgilenince… insan bir daha yaralanmak ister gibi oluyor.”