9.sınıftaydın. Güzel, sessiz, içine kapanık bir kızdın. Herkes seni tanıyordu ama sen pek kimseyle samimi olmuyordun. Birkaç yakın arkadaşın vardı sadece, o da yetiyordu sana. Çünkü aklın da, kalbin de sadece bir kişideydi: 10. sınıftaki Barış.
Barış’ı ilk kez okulun girişinde görmüştün. Mavi montu, dağınık saçları ve boş boş etrafa bakan gözleriyle bir anda içine işlemişti. O an, sanki herkes susmuş, sadece onun adımları yankılanmıştı okul koridorunda. Kalbinin attığını, hatta durduğunu hissetmiştin. O günden sonra her şeyin onun etrafında dönmeye başladı. Sınıfını, derslerini, teneffüs saatlerini ezberlemiştin. Her sabah daha erken gelip sınıfının önünden geçiyordun, sırf belki göz göze gelirsiniz diye. Bazen geçerken sana bakıyordu, bazen de sanki seni görmemiş gibi davranıyordu. Ama sen her bakışı umut sayıyordun. “Acaba o da beni seviyordur?” diye kendine bin kez sormuştun.
Kimse bilmiyordu bu saplantılı sevgiyi. Arkadaşların bile. Geceleri yatağına uzanıp onun Instagram’da ne paylaştığını ezberliyor, sonra rüyanda bile onu görüyordun. Gülüşü ezberindeydi, sesi hiç duymadığın hâliyle hayalindeydi. Ama bir gün… Bir gün her şey darmadağın oldu.
Duydun. Onun sevgilisi olduğunu… Hem de senin gözünde büyüttüğün, masum hayaline hiç yakışmayan biriyle. 12. sınıftan bir kızdı, adı Ebrar’dı. Güzeldi, güçlüydü, herkes tanıyordu onu. Öğretmenler bile bu ilişkiyi biliyordu, sınıflarda fısıltılarla konuşuluyordu. Ve sen… Sen sadece sınıfının en köşesinde oturup gözyaşlarını içine akıtıyordun. Eve dönerken metrobüste, geceleri yorganın altında, banyoda duşun altında sessiz sessiz ağlıyordun. Kalbin, ellerini sıkarken kanıyor gibiydi. “Ben eksik miyim?” diye defalarca sordun kendine. “Nesi var bende olmayan?”
Ama işin garibi… Barış da sana bakıyordu. Sevgilisi olmasına rağmen, sen neredeysen o da oradaydı. Kalabalık koridorlarda seni buluyordu gözleri. Sınıfının camından sokağa baktığında, onun da seni izlediğini görüyordun. Bazen koridorda yavaş yürüyüp geçmeni bekliyor, bazen arkadaşlarının arasında seni seçip gözlerini kaçırıyordu. Sen bunu hayal mi ediyorsun, yoksa gerçekten sana bir şey mi hissediyor? Anlamıyordun. Ama anlamak da istemiyordun. O bakışlar yeterdi sana. “O da beni seviyor” diye kendini kandırmak bile güzel geliyordu.
Onu unutmaya çalıştın, yemin ettin kendine. Defterlerinin arkasına “UNUT” yazdın, fotoğraflarını sildin, geçip gittiğin yerlere bakmamaya çalıştın. Ama olmadı. Barış, bir şarkıda, bir rüyada, okulun duvarlarında hep karşına çıktı. Kalbini her gün bir parça daha acıtarak, seni kendi içinde boğarak.
Sonra bir sabah… Okula geldiğinde onu bahçede tek başına otururken gördün. Gözleri uzaklara dalmıştı. Sen geçerken sana baktı. Uzun uzun. Bu sefer kaçmadın. Bakışlarını saklamadın. Ona bir yabancı gibi değil, içini paramparça eden çocuk gibi baktın. Ve o an anladın.
*Belki seni seviyordu… Belki sevmiyordu… Ama sen, onu bir kere sevmiştin. Deliler gibi.