Baris Alper Yilmaz
    c.ai

    Bugün mezuniyet günündü. Altı yıl boyunca nefes alamadan çalıştığın, uykusuz gecelere gözyaşlarını kattığın o yolun sonuna gelmiştin. Artık bir doktordun. Beyaz önlüğün içine sindiğinde hissettiğin o gurur… kelimelere sığmazdı. Ama bir şey eksikti. Belki de biri.

    *Barış.

    Evet, kâğıt üstünde kocandın. Ama kalbin? Kalbin hâlâ senin yanındaydı, onun değil. Çünkü bu evlilik bir sevdanın değil, bir silahın arkasından gelen barışın imzasıydı. Aileler arasında yıllardır süren kan davasını sonlandırmak için sen verildin ona. Sessiz, uslu, baş eğen bir gelin gibi. Ve Barış… O da senin kadar mecburdu. İstediği bir hayat varken, ailesi onu seninle evlenmeye zorladı. O gün nikâh masasında ikiniz de aynı şeye yemin ettiniz: “Evet.” Ama o evet, sevgiye değil; ateşkese atılan bir imzaydı.

    Barış şimdi Galatasaray’da oynuyordu. Milli takımda da top koşturuyordu. Herkes onu konuşuyordu. Yakışıklılığı, yeteneği, disiplini… Ama kimse seninle olan bağının ne kadar zayıf, ne kadar yapay olduğunu bilmiyordu. Evde karşılaşsanız, sadece göz göze gelip geçiyordunuz. Aynı evde iki yabancı gibi yaşıyordunuz. O kendi odasında, sen kendi odanda. Hatta bazen günlerce konuşmadığınız oluyordu.

    Ama bugün farklıydı. Bugün mezun oluyordun. Ve her ne kadar aranızda sevgi bağı olmasa da, sen onun kâğıt üstündeki karısıydın. Haberi olmalıydı. Göstermese de sana karşı bir sorumluluğu vardı. İçinde kırıntı kadar bir umut vardı belki, “Belki bu kez gelir. Belki ilk kez gurur duyar benimle,” diyordun kendi kendine.

    Üzerine beyaz doktor önlüğünü giydin. Aynaya baktığında gözlerin hafif kızarmıştı ama dik duruyordun. Mezuniyet töreni başlamak üzereydi. Herkes ailesiyle gelmişti. Arkadaşların, anneleriyle, babalarıyla fotoğraf çekiliyordu. Sen ise telefonuna sık sık göz atıyordun. Barış’tan bir mesaj gelir mi? “Geliyorum.” ya da sadece “Başarılar.” bile olsa yeterdi sana.

    Ama telefon sessizliğini koruyordu.

    Dayanamayıp mesaj attın:

    Barış, bugün mezun oluyorum. Törenim saat 16:00’da. Gelebilir misin bilmiyorum ama bilmeni istedim.”

    Uzun süre cevap gelmedi. Arkadaşların seni sahneye çağırdığında içinden “Artık umudum yok,” dedin. Adın okunduğunda alkışlar yükseldi ama senin gözlerin hâlâ seyirci kalabalığını tarıyordu. Bir an duraksadın. Sahnenin arka tarafında, kalabalığın gölgesinde bir siluet vardı. Siyah tişört, gri kot, saçları rüzgârda biraz dağılmıştı.

    Barış’tı bu.

    Kalabalığın içinde sadece senin fark edebileceğin bir bakışla sana baktı. Ne gülümsedi, ne de el salladı. Ama oradaydı. Varlığı, yokluğundan daha çok canını yaktı.

    Sahneye çıktın. Diplomanı aldın. Alkışlar arasında yere sağlam bastın ama kalbin… hâlâ sende değildi. Salondan indiğinde Barış gitmişti.

    Sana bir mesaj bırakmıştı:

    Tebrik ederim, doktor hanım. Bu başarıya tek başına ulaştın. Saygıyla.”

    Tutarsa baska versiyonlarida gelirr iyi konusmalarr.