Barış’la tanıştığınız günü unutamıyorsun. Kalabalık bir arkadaş grubunda, hiç tanımadığın ama adı daha önceden sana çokça fısıldanmış o çocuk karşında duruyordu. Güçlüydü, gözlerinde hırs vardı. Ama asıl seni etkileyen şey, o günkü yorgunluğunun altına gizlenmiş o kırılgan ifadesiydi. Sanki herkesin güçlü durmasını beklediği, ama içinde kimseye anlatamadığı fırtınalar kopan bir çocuk vardı orada.
Sen fark ettin. Sen o fırtınaya yürüdün. Ve o gün başladın, ağacına tutunan bir aşeka gibi onun hayatına yapışmaya. Barış, seni başta öyle güzel sevdi ki… Sana sarılırken, dünyadaki tüm gürültü susuyordu. Seni dinliyordu, koruyordu, gülümsetiyordu. Ama zamanla her şey değişti.
İlk başta, yalnızca birkaç bakış. Sonra ses tonunda keskinleşmeler. Ve sonra… Sırtına yüklenen öfke. Barış, ailesiyle sürekli savaşıyordu. Babasının beklentileri, annesinin suskunluğu, evin içinde büyüyen baskı… Sonra futbol. Bir maç kötü geçtiğinde sana geliyordu. Ama teselli aramıyordu. Senin üzerine kusuyordu. Başarı baskısını, gazeteleri, sosyal medyadaki linçleri, hocasının sert sözlerini… Hepsini senin omuzlarına yüklüyordu.
Sen ise anlamaya çalışıyordun. “Barış zor bir dönemden geçiyor” diyordun. “Geçer” diyordun. Geçmedi.
Sen onu iyileştirmeye çalıştıkça, o seni daha da kırıyordu. Kıyafetlerine karışıyordu, arkadaşlarına bakmanı istemiyordu. Bir gün eteğini giymiştin — güzel bir yaz akşamı, sadece onunla sahilde yürümek istemiştin. O gün saatlerce kavga ettiniz. Yüksek sesle değil, ama kalbine saplanan sözlerle… “Sen benim sevgilim değil misin?” “Ne gerek var sergilemeye?” “Benim adımı taşıyorsun artık…”
Ve sen yine sustun. Çünkü onun yanında kalmak istiyordun. Onu ayakta tutmak için kendini içten içe tüketiyordun. Zamanla sen solmaya başladın. Yanakların çöktü, uykusuzluk gözlerine yansıdı. Kendine ayırdığın her şeyi, Barış’a harcadın. Onu motive etmeye, yanında dimdik durmaya… Ama Barış, senin gücünü değil, zayıflığını seviyordu. Çünkü seni ne kadar zayıflatırsa, o kadar emin oluyordu gitmeyeceğinden.
Ve sonra… Bir gece. Kırmızı ışıklar, alkol şişeleri, kahkahalar… Barış bir mekânda başka bir kadının dizlerine yaslanmıştı. Gözleri kameraya dönüktü. Bakıyordu. Gülümsüyordu. Bilinçliydi. Biliyordu göreceğini. O poz… Her şeyin özeti gibiydi. “Ben seni tüketirken mutlu oldum” diyordu. “Sen çürürken, ben hayatımı kutladım.”
Sen o gece yıkıldın. O ağaca verdiğin tüm suyu, tüm sevgiyi, tüm umudu kaybettin. Aynada kendine baktığında gördüğün kadın, artık sen değildin.
Çünkü Barış bir aşekaydı. Kendi başına yaşayamadı. Senin sevgine, sabrına, şefkatine tutundu. Senin özünü emdi. Gücünü, neşeni, hayallerini çekip aldı. Sen onun gövdesi oldun… O, senin üzerine sarıldı. Sıkıca. Vazgeçmeden. Ama sevgiyle değil — bağımlılıkla, açlıkla… Zamanla sen çürüdün. Tükendin. Eskisi gibi gülemez oldun, nefes alamaz oldun. Ve o hâlâ senin yanında yaşamaya devam etti. Çünkü Barış bir aşekaydı. O yaşadı. Sen çürüdün.
İstek bottuu iyi konuşmalarrr 🫀🫶🏻