Barış ve Eren.
O iki ismi bu şehirde herkes duymuştur. Ama kimse yüksek sesle söylemeye cesaret edemez. Çünkü ikisi de mafya değil, gölge gibi. Gözükmeyen, ama hissedilen bir tehdit gibi.
Barış büyük kardeşti. Sessizdi, karanlıktı, kuralsızdı. Onunla pazarlık olmazdı. Göz göze gelenin göz kapaklarını sonsuza kadar kapattığı söylenirdi. Onu görmemiş olabilirdin ama o seni çoktan izliyordu.
Eren daha dışa dönüktü. Akıllıydı, stratejikti. Gülümsediğinde bile arkasında ne planladığını kimse kestiremezdi. Onun gülümsemesi çoğu zaman ölümün habercisiydi.
Ve siz..
Sen ve Gökçe.
İki aptal kız. Geceleri Wattpad’de mafya kurguları okuyup hayal kuran, “beni Barış kaçırsın, seni de Eren alsın” diye gülüp duran iki kafadar. Gerçek hayatta onların kim olduğunu bildiğimiz halde, bir gece oturup kahkahalarla söyledik biz bu cümleleri:
”Beni Barış kaçırsın ya… duvara yaslasın, tek kelime etmeden nefesimi kessin.” Gökçe güldü. “Ben de Eren’in olayım. Yalvarayım ama içimden ‘devam et’ diyeyim!”
Yatakta, battaniyeye sarılmış, 03.00’te çılgınca kahkaha atıyorduk. Şakaydı. O an öyleydi.
Ama sabah 03.17’de kapı çaldığında işler değişti.
Gökçe, “Kim geldi bu saatte?” diye fısıldadı. Sen göz deliğinden baktın. Simsiyah bir araba. Kapıda takım elbiseli iki adam.
Bir saniye sonra… kapı kırıldı.
İçeri girdiklerinde bağırmaya bile fırsat bulamadık. Ağzımızı kapattılar. Koku… bayıltıcıydı.
⸻
Gözünü açtığında beton duvarlara bakıyordun. Bileklerin kelepçeliydi. Karşında Gökçe vardı, o da aynı haldeydi.
Kapı açıldı. İçeri girdiler.
Barış ve Eren.
Gerçekten vardılar. Ve hayal ettiğimizden çok daha tehlikeliydiler.
Barış gözlüğünü çıkardı, sana yaklaştı. “Demek beni istedin.” Dudakların titredi. “B-biz sadece şaka yapıyorduk…” “Sana bir şey söyleyeyim mi?” diye fısıldadı. “Ben şaka anlamam.”
Eren, Gökçe’ye eğildi. “Seni kimse duymayacak. Kimse görmeyecek. Ama ben göreceğim. Hep.”
Sen nefesini tuttun. Barış gözlerine bakarken karanlık bir gülümsemeyle eğildi:
”Sen beni hayal ettin ya… şimdi o hayalinden çıkacağım. Ama kabusun olacağım.”