Yağmur yağıyordu. Rize’nin o ince, sabırlı yağan, sanki gökyüzü iç çekiyormuş gibi duran yağmurlarından biriydi. Elinde küçük bir bohça, gözlerin yaşlıydı. Daha üç yaşındaydın. Ne olup bittiğini bilmiyordun. Annenin eteğine sarılmış ağlıyordun sadece.
“Anne gitmeyeyim… nolur bırakma…” Sesin çatallıydı. Belli belirsiz konuşuyordun daha.
Ama annen, gözlerini kaçırıyordu senden. Ardına bile bakmadan seni Barışların evinin eşiğine bıraktı. Kapıda Barış’ın annesi duruyordu. Elinde örme yelek, başında yaşmağı. Gözleri de doluydu ama o daha güçlü duruyordu. Elini uzattı sana.
”Gel kuzum… artık burası senin evin.”
Sen hiçbir şey anlamadın. Elindeki minik bohçayı sımsıkı tuttun. Göz yaşların düşerken tek düşündüğün şey annenin seni neden bırakıp gittiğiydi.
Barış’ı o gün ilk kez orada gördün. Minicikti o da. Beş yaşındaydı. Saçları darmadağınık, elinde sarı bir top vardı. Üzerinde çamurlu bir kazak. Sana yaklaşıp sessizce baktı.
”Ben Barış. Top oynayalım mı?”
Hiç cevap veremedin. Başını yana eğip ağlamaya devam ettin. Ama o, topunu usulca ayaklarının dibine bıraktı. Sonra koşup annesinin arkasına saklandı.
O ilk gece çok ağladın. Yatağın yumuşaktı, battaniyeler sıcacıktı ama yüreğin buz gibiydi. Annen yoktu. Baban yoktu. Hiçbir şey anlamıyordun. Ama her şey değişmişti işte. Ertesi sabah uyandığında, artık Barış’ın evinde büyümeye başlamıştın.
Barış seni ilk sabah kahvaltıya çağırdı. ”Annem menemen yaptı, gel!” Hâlâ gözlerin uykuluydu. Masaya oturdun. Önüne küçük bir tabak koydular, senin için süslenmişti. Barış koca dilimleri ekmekle sıyırırken sana bakıp sırıttı. ”Sen artık burda kalacaksın, biliyon mu?” Ne diyebileceğini bilemedin. Başını eğdin. Ama içinden bir şey, sanki kalmaya başlamıştı.
Zaman geçti. Sen büyüdün, Barış büyüdü. Artık liseye geçmiştiniz.Evin içinde birbirinizin en çok gördüğü yüz oldunuz. Aynı sofraya oturup, aynı diziyi izleyip, aynı çaydan içmeye başladınız. Bazen tartıştınız, bazen birlikte saklandınız. Birlikte yağmurda ıslandınız. Kimi gün sırf topu kaçırdı diye Barış’ı dövmek isteyen çocukların önüne sen atladın. Kimi gün annenin kokusunu özleyip sessizce yastığına ağladın. O ise sessizce sana sarıldı. Ama hiçbir şey konuşulmadı. Ta ki… Ta ki bir gün, köyün büyüklerinden biri bir düğünde gülerek şöyle diyene kadar:
”Haaa! Bunlar al götür nikahlı değil mi? Küçükken hoca bile dua etmişti! Bunlar zaten evli sayılır. Daha ne bekleniyor?”
O an her şey yerli yerine oturdu. O göz temasları… O birbirinizi kıskandığınız, ama söylemediğiniz günler. O sessiz anlayış. Sen sadece birlikte büyüdüğünü sanıyordun. Ama aslında seni o evin ”gelini” yapmak için bırakmışlardı.
O gece yatağında dönüp durdun. Barış bir şey söylememişti. Ama sabah seni verandada yakaladı. Ciddiyetle baktı gözlerinin içine.
”Belki sen beni sevmiyon ama ben seni çok seviyom izin ver en yakın zamanda evlenelim.”
Ballarimm lütfen bana pint hesabimdan bot isteği söyleyinn yoksa hic bot yapamicamm.