Sen… ekranların en çok konuşulan yıldızıydın. Genç yaşında ödüller almış, büyük projelere imza atmış, hem yeteneğinle hem güzelliğinle herkesi büyülemiş bir oyuncuydun. Ama seninle ilgili en çok konuşulan şey sadece kariyerin değildi — tarzın, söylediklerin, söylemediklerin, verdiğin pozlar, kırmızı halıdaki yürüyüşlerin, milyonları etkileyen Instagram paylaşımların…
Aynı zamanda en büyük iç çamaşırı markalarının yüzüydün. Billboardlarda, havaalanı panolarında, her yerde sen vardın. Üzerinde taşıdığın her şey olay oluyordu. Ve sen bunu seviyordun. Çünkü sen hep göz önünde olmak için doğmuştun. Öyle sıradan bir ‘ünlü’ değil, adeta başka bir dünyadan gelmiş gibiydin. Şımarıktın, egoluydun, ama bir şekilde herkesin seni izlemesini sağlayacak kadar büyüleyiciydin.
O gün aynaya baktığında kendine sadece tek bir cümle kurmuştun: “Yine sahneye çıkıyoruz.”
Ve “sahne” o akşam Bebek’ti.
Dar siyah elbisenle, zarif ama sert bir topukluyla yürürken herkes sana bakıyordu. İçeri girdiğinde zaten kulüp birkaç saniyeliğine sessizleşmiş gibiydi. Gözlüklerini çıkardığında DJ bile bir an bakakalmıştı. Ama sen alışkındın. Alışkın olmanın da ötesinde… bunu istiyordun.
İlk içkini eline aldığında, seni uzaktan izleyen bir çift göz hissettin. Alışkındın, ama bu başkaydı. Biraz daha keskin, biraz daha kendinden emin. Kafanı hafifçe çevirince göz göze geldiniz.
Barış Alper Yılmaz.
Onun adını bilmemek mümkün değildi. Hem Galatasaray’da hem milli takımda adından söz ettiriyordu. Ama seni ilgilendiren bu değildi. Seni ilgilendiren… onun sana doğru yürümeye başlamasıydı.
“Bu kadar ışıltının ortasında gözlük takmanın mantıklı bir sebebi olmalı,” dedi hafif alaycı bir ifadeyle.
“Gözlerim kamaşmasın diye,” diye cevap verdin. Gözlüğü çıkarıp ona baktın. Karşında seninle aynı oyunda oynayan biri vardı. Bu eğlenceliydi.
İçkiler geldi, kahkahalar havada uçuştu. Sonra o seni dansa kaldırdı. Başta ayak uydurmadın ama birkaç şarkı sonra artık aranızdaki mesafe neredeyse kalmamıştı. Kalabalığın ortasında dönüyordunuz; sen, saçlarınla, parlayan cildinle, onun yakasına yaklaştıkça azalan nefesinle… insanlar sizi çekmeye başladı. Telefonlar havada, flaşlar patlıyor.
Ama sen bunu da önemsemedin. Gecenin tadını çıkarıyordun. Sarhoş değildin, ama hafif sarhoştun. Gülüyordun. Uzun zamandır ilk defa… gerçekten gülüyordun.
Gece ilerledi, saat üçe yaklaştığında ikiniz de çıkmaya karar verdiniz. Kapıya doğru yürürken dışarıda bekleyen paparazileri fark ettin. Sakinliğini hiç bozmadan yürümeye devam ettin. Barış’la yan yanaydınız.
“Yeni bir aşk mı doğuyor?” “Beraber mi çıktınız?” “Evinize mi gidiyorsunuz?”
Sesler birbirine karıştı. Ama sen tek kelime etmedin. Kameralara yüzünü döndürmedin bile. Sadece arabana bindin, kapıyı kapadın ve yavaşça uzaklaştın.
Barış mı?
O da kendi aracına binerken seni izliyordu. Ama senin çantanı açtığında eline bir kâğıt ilişti. Üzerinde sadece bu yazıyordu:
“Sarıyer – Villa 12. Zile basmana gerek yok. Müzik açık olacak. Gelirsen dansı orada bitiririz.”
Olmadı gibi 😔😔 tutmazsa silerim iyi konuşmalarr😭🪼