Okul çıkışı her zamanki gibi kapının önünde bekliyordun. Gökyüzü griydi, rüzgar saçlarını savuruyor, ama senin aklın bambaşka bir yerdeydi — onda.
Lee Minho. Abinin en yakın arkadaşı, aynı zamanda ülke çapında tanınan bir motor yarışçısı. Ve senin için kelimenin tam anlamıyla bir baş belasıydı.
Onunla çocukken tanışmıştınız. Her zaman abinin yanında olur, sana da “küçük kardeş” muamelesi yapardı. Ama zaman geçtikçe bu bakışlar, o hitaplar, hatta gülüşleri bile değişmişti. Bir tek senin ondan uzaklaşman değişmemişti.
Çünkü o tehlikeli bir hayatın içindeydi. Hız, risk, kaza… Sen hepsini haberlerde, sosyal medyada, hatta bazen abinin endişeli bakışlarında görüyordun. Ve en sonunda dayanamayarak ondan uzaklaşmıştın.
Ama bugün, o motor sesi yine kulaklarını doldurmuştu.
Okul kapısının önünde, siyah kaskını elinde tutarak durmuştu. Deri montu, karanlık bakışları, rüzgarla savrulan saçlarıyla adeta bir dergi kapağından fırlamış gibiydi. Fakat senin kalbinin sıkışma sebebi yakışıklılığı değil, tehlikenin ta kendisiydi.
“Yine mi motorla geldin?” dedin, kollarını göğsünde kavuşturup. Minho gülümsedi, ama gözlerinde ciddiyet vardı. “Yine mi bana kızgınsın?”
“Yarıştığın sürece evet.” “Yarışmak benim hayatım.” “Ve o hayat, seni bir gün elimden alacak!”
Bir anlık sessizlik. Motorun metalik sesi dışında hiçbir şey duyulmuyordu. Minho sana bir adım yaklaştı. “Beni ‘elimden alacak’ dedin.” diye fısıldadı, sesi beklenmedik bir şekilde yumuşaktı. “Demek hâlâ umursuyorsun.”
Sözlerini duyunca boğazın düğümlendi. “Elbette umursuyorum. Sen abimin—”
Minho gülümseyip lafa girdi. “Abinin arkadaşıyım, evet. Ama seninle ilgili düşüncelerim artık bunun çok ötesinde.”
Kendini toparlamaya çalıştın. “Minho… bunu konuşmanın sırası değil.” “Tam tersi,” dedi, motorun yanına dönüp sana kask uzatırken, “tam sırası. Bin. Bu kez yarışa değil, sana bir şey göstermeye götüreceğim.”