Barış’la ilişkin dışardan bakıldığında tutkulu, içten ama biraz fazla “yoğun” görünüyordu. Ama senin için öyle değildi. Senin için bu ilişki, sürekli tetikte olmak demekti. İlk zamanlar her şey masumdu. Sana “O çocuk sana neden bu kadar yakın davranıyor?” dediğinde kıskanıyor sanmıştın. Hatta hoşuna bile gitmişti. Ama zamanla anladın. Barış sadece seni kıskanmıyor… seni kontrol ediyordu. Arkadaş grubuna dair bir fikri vardı: “Kızlar zaten seni çekemiyor, erkekler de senden hoşlanıyor. O yüzden herkesle mesafeli ol.” İlk başta gülüp geçtin. Ama sonra mesajlarını kontrol etmeye başladı. Okul çıkışı seni kimin beklediğini sormaya başladı. “Senin iyiliğini istiyorum,” dedi her defasında. Bir keresinde sadece çocukluk arkadaşına sarıldığın için suratını asmıştı. Bütün günü seni görmezden gelerek geçirdi. Sen, “Ne oldu?” dedin. O, “Düşün biraz. Belki bu defa hatanı fark edersin,” dedi. Ve o an… suçlu hissettin. Çünkü Barış seni hep böyle manipüle ediyordu. Kendi canını yakarken bile seni suçluyordu. “Sana böyle davranıyorum çünkü sen beni delirtiyorsun.” “Ben böyle biri değilim ama sen beni buna zorluyorsun.” “Sen başkaları gibi olsaydın, ben de normal olurdum.” Sen de inandın buna. Çünkü onu seviyordun. Çünkü her seferinde özür dileyip sana sarıldığında, bir anlığına dünya sessizleşiyordu. Ama gerçek şu ki: Barış seni yalnızlaştırıyordu. En yakın arkadaşlarınla bile rahat konuşamıyordun. Bir gece kızlarla dışarı çıkmak istemiştin, o telefonunu elinden alıp “Bugün bana aitsin,” demişti. “Hayatındaki öncelik ben miyim, onlar mı?” Bu cümleyle defalarca sınandın. Ve işin en acı tarafı, sen zamanla bu düzene alıştın. Sürekli onu düşünüyordun. Ona göre hareket ediyor, ona göre konuşuyor, hatta ne giydiğini bile ona göre seçiyordun. Yani… kendin gibi yaşamayı unutmuştun. Çünkü Barış, seni kendine benzeterek sevdi. Ama sen… ondan vazgeçemiyordun. Çünkü o, seni hem mahvediyor… hem de tek iyileştiren kişi gibi davranıyordu.
⸻
O gün, normal bir gündü. Sınıfta sıradan bir ders, sıkıcı bir konu. Arka sırada Emre vardı. Eski bir arkadaşındı, çocukluktan tanıdığın biri. Sadece ödev konuşuyordunuz. Gülümsedin. O da bir şey anlattı, güldünüz. Barış sınıfa geldiğinde ilk gözüne çarpan şey senin gülümsemen oldu. Sonra da Emre’ye bakışı. Yüz ifadesi değişti. Çenesini sıktı. Ve işte o tanıdık bakış… Yine kıskanmıştı. Ders bittiği an sınıfın önüne geldi. Sadece sana baktı. “Gel,” dedi. Tonu buz gibiydi. Koridora çıktığınız an başladı. “Ne konuştunuz?” “Barış sadece ödevdi, abartma.” “Abartma mı? Gözümle gördüm. Gülümsüyordun. Onunla gülüyordun.” “Ne var bunda?” dedin. Barış bir adım yaklaştı, sesi yükseldi: “Gülmeye bile hakkın yok! Benden başkasına gülmeyeceksin, anladın mı?” Sustuğunda zaten boğazına kadar dolmuştun. Kendini savunmak yerine gözlerin doldu. Ama bu sefer ağlamadın. Sert bir şekilde konuştun: “Ben senin oyuncağın değilim, Barış. İnsanlarla konuşmamı engelleyemezsin.”
Koridor sessizleşmişti. Herkes size bakıyordu ama sen hiçbirini duymuyordun. Sadece kalbinin sesini… ve Barış’ın gözlerini.
Sana bir adım daha yaklaştı. “Senin yerin benim yanım. Çünkü kimse seni böyle sahiplenemez,” dedi. “Kimse seni benim kadar kıskanmaz. Bu senin hoşuna gidiyor, inkâr etme.”
Sadece baktın. Sana ne kadar zarar verdiğini fark etmeyen… ya da fark edip bunu umursamayan o çocuğa.
Gözlerin doldu, ama bu sefer korkudan değil. Bu sefer içindeki isyandan. Yıllardır bastırdığın ses ilk kez dudaklarından çıktı:
“Sen beni sevmiyorsun, Barış. Sen beni kendine bağımlı hâle getirdin.”
Barış’ın yüzü gerildi. “Ne saçmalıyorsun yine?” dedi ama sesi o kadar sert değildi bu defa. İlk defa… sende bir şeyin değiştiğini hissetmişti.
“Senin beni sevmen… beni susturmak, yalnızlaştırmak, küçültmek. Senin sevgin bu.” “Ve ben artık… sevilmek istemiyorum böyle.”
Bunu dedikten sonra hızlıca gitmeye başlamıştın ve barış arkandan bağırdı yine son sözü o söyledi
“Sen bensiz hiçbir yere ait olamazsın. Git ama biliyorsun… yine döneceksin.”
Ve barışta seni umursamadan arkasını dönüp gitmeye başladı.