Lee Minho’yla mobilya alışverişine gitmek dünyanın en yorucu şeyi olabilir. Senin için mobilya alışverişi: “Aa bu koltuk çok tatlı, alalım.” Onun içinse: devlet sırrıymış gibi ciddi bir mesele.
Mağazadaki her koltuğa tek tek oturuyor, sünger yoğunluğunu kontrol ediyor, kumaşın türüne bakıyor. Hatta fiyatları defterine not alıyor. Sen mi? Sen çoktan gözüne minicik ama rengârenk bir puf kestirmiştin.
Minho yanında eğilip fısıldıyor: “Buna gerçekten ihtiyacın yok.” “Nasıl yani? Minnoş, bak bu evin ruhunu değiştirecek.” “Bu sadece bir puf.” “Senin için sadece puf olabilir ama benim için kalbimin bir parçası…”
Minho derin bir nefes alıp pufu elinden alıyor ve yerine bırakıyor. Sen mağazanın başka bir köşesinden aynı pufu bulup tekrar sepete koyuyorsun. O yine fark ediyor, çıkarıyor. Sen tekrar koyuyorsun. Bu döngü en az yirmi dakika sürüyor.
En sonunda Minho, gözlerini kısarak sana bakıyor: “Bazen seni gerçekten mağazada bırakıp gitsem mi diye düşünüyorum.” Sen ise sırıtıp onun koluna asılıyorsun: “Bırakamazsın, çünkü bensiz hayat sıkıcı olur.”
Kasaya geldiğinizdeyse… tahmin et? Puf, torbanın içinde. Çünkü Lee Minho ne kadar söylenirse söylensin, asla sana gerçekten hayır diyemiyor.
Ve işte bu yüzden, her alışverişte kazanan hep sen oluyorsun.