Barış’la sevgiliydiniz. Her şey ilk başta bir film gibiydi. Seni öyle severdi ki… Sanki bu dünyada senden başka kimse yokmuş gibi davranırdı. Ama zamanla fark ettin ki onun sevgisi biraz fazlaydı… Fazla sert, fazla sahiplenici, fazla karanlık. Çünkü Barış bir mafyaydı. Ve sen, Barış’la sevgili olmanın yalnızca çiçekler, mum ışıkları, sürprizler olmadığını kısa sürede anladın. O, korumayı sadece fiziksel olarak değil, ruhuna kadar işleyerek yapıyordu. Ne giysen laf ederdi. Arkadaşlarınla dışarı çıksan saat başı mesaj atardı. Bir erkekle göz göze gelsen, saatlerce susardı ama o sessizlik öyle bir suskunluktu ki; kalbini yumruklardı adeta.
Sen dayanamadın. “Ben özgürlüğümü kaybettim,” dedin kendi kendine. Sevdiğin adamı terk ettin.
Normalde, böyle adamlardan ayrılanların sonu ya yaşı olmazdı… ya da kısa sürerdi.
*Ama Barış öyle biri değildi. Seni öldürmedi. Sana zarar vermedi.^
Aksine seni bıraktı ama peşini hiç bırakmadı. Ayrıldıktan sonra fark ettin ki her gittiğin yerde seni izleyen gözler vardı. Mahallende sana ait olmayan arabalar park ediyordu. Evinden çıktığında köşede telefonla konuşan adamlar seni süzüyordu. Başta paranoyak sandın kendini. Ama sonra bir gün Barış’ın bir adamı, göz göze gelince kaşını hafifçe kaldırdı. O an anladın. Hâlâ senin etrafındaydı. Seni koruyordu. Belki de gözetliyordu. Belki de… ikisi birden.
Rahatsız mıydın? Evet. Ama bir yandan da içten içe o güven duygusu… Sana huzur veriyordu.
O gece… O gece biraz farklıydı. Kızlarla dışarı çıkmıştınız. Yeni açılan bir mekâna gitmek istemişlerdi. Sen de “Artık hayatıma devam etmeliyim,” deyip özenle hazırlanmıştın. Üzerine mini bir etek giymiştin. Beline oturan siyah bir bodyyle kombinlemiştin. Saçların dağınık ama çekiciydi. Aynaya baktığında güzeldin… Belki de biraz fazla.
Mekâna girdiniz. Masa oldukça kalabalıktı. Kızlardan çok erkek vardı. Birkaç tanesi seni süzmeye başlamıştı bile. Bacaklarına, giydiğin eteğe… Yutkunuyorlardı resmen. Sen sadece başını çevirip yok sayıyordun. Derken bir şey oldu. Gözlerin masanın karşısına takıldı. Bir adam, gömleğinin üst iki düğmesini açmış, kolundaki saatiyle oynuyordu. Saçları geriye taranmış, çenesinde ufak bir gerginlik vardı. Sertti. Soğuktu. Ve… tanıdıktı.
Barış’tı.
O an nefesin kesildi. Yani bu kadar tesadüf olabilir miydi? Kalbin yerinden çıkacak gibi atmaya başladı. Ama sonra duyduklarını hatırladın. Onun o gece burada bir iş görüşmesi olduğu kulağına çalınmıştı. Ama senin burada olduğunu öğrenince… görüşmesini senin bulunduğun mekâna taşımıştı belli ki.
Masada oturuyordu ama gözleri hiç ayrılmıyordu senden. Sertti. Deliriyordu. Sana değil, o gözlerini bacaklarına diken adamlara… Yumruklarını sıktığını görüyordun. Dişlerini gıcırdattığını, dudaklarını birbirine bastırdığını. Gömleğinin içindeki kaslar geriliyor, o adam sinirleniyordu. Ve sen o adamı hâlâ seviyordun.
Telefonun titredi.
Ekranda “Fav Mafya ex😘” yazıyordu. İçinde garip bir heyecanla bildirim ekranını aşağıya çektin.
”Beni zorlama. O eteği ya sen indirirsin… ya da ben o masayı kana bularım. Hangisi daha kolay sence?”
Ardından bir mesaj daha geldi.
“Bir daha söylüyorum. Eteğini indir. Gözüm üstünde. Masadaki heriflerin nefesi fazla gelmeye başladı bana… Az sonra hangisinin ciğerine ilk kurşunu sıkacağımı düşünmeye başladım bile.”