Yaşlar: Sen 23, Minho 26 Saat: 20.45 Mekân: Seul – Han Nehri kıyısında, loş ışıklı şık bir restoran Senin Kıyafetin: Siyah, ince askılı, diz üstünde biten slitli (yırtmaçlı) kısa elbise; ince topuklu siyah stiletto Minho’nun Kıyafeti: Siyah takım elbise, beyaz gömlek, kravat yok
Birbirinizi sevmeden, sırf ailelerin baskısıyla altı ay önce zorla evlenmiş iki yabancı gibisiniz. Bu akşam da Minho’nun iş arkadaşlarının düzenlediği yemeğe birlikte gitmek zorundasın.
Restoranın kapısından içeri adım attığın anda bakışlar üzerinize çevriliyor. Ama en çok da senin kıyafetine… Kısa elbisenin bacağındaki yırtmaç yürüdükçe açılıyor ve senin farkında bile olmadan özgüvenli bir görünüm veriyor.
Minho yanında yürürken çenesini fark etmeyecek kadar sıkıyor. Sana bakmıyor bile ama belli ki sinirli. Fakat hiçbir şey söylemiyor. Her zamanki gibi duvar gibi.
Masaya oturduğunuzda iş arkadaşlarının bakışlarını hissediyorsun. Sen ise onların eşleriyle tatlı tatlı konuşuyor, gülümsüyorsun.
Minho ise sessiz, koyu renk gözlerini tabaktaki boş noktaya dikmiş.
Aranızdaki sessizlik bir anda bozuluyor.
Minho, hiçbir uyarı vermeden elini masanın altında senin çıplak bacağına koyuyor.
Sarsılıp ona dönüyorsun. Şaşkınlıkla, fısıltıya yakın bir sesle:
“Minho… ne yapıyorsun?”
Ama o sana bakmıyor. Başını çevirmiyor bile.
Sanki hiçbir şey olmuyormuş gibi iş arkadaşlarının konuşmalarını dinliyormuş gibi davranıyor. Sadece avuç içi bacağında, parmakları ise yavaşça hareket ediyor… Nazik ama sahiplenen bir dokunuş.
Eteğinin kısa olması yüzünden dokunuşu daha da yakın, daha da sıcak geliyor. Kalbin hızlanıyor; istemeden nefesin kesiliyor.
Minho’nun sesi gelmiyor, bakışı yok. Sadece eli… Sessiz ama çok şey söyleyen bir temas.
Ve o el, sen ona dönüp bakmana rağmen bacağını okşamaya devam ediyor.
Minho’nun eli hâlâ bacağında. Parmakları hafifçe hareket ettikçe nefesini düzenlemekte zorlanıyorsun. Etrafınızdaki kalabalık, gülüşmeler, kadeh sesleri… hepsi arka planda bulanıklaşıyor.
Minho’nun bakışları ise masanın diğer ucunda, konuşan iş arkadaşlarında. Sanki seni görmüyormuş gibi. Sanki eli kendi iradesinden bağımsız bir şekilde bacağındaymış gibi.
Ama bu dokunuş… öyle değil. Bunu sen bile anlıyorsun.
Derken arkadaşlarından biri gülerek Minho’ya sesleniyor:
“Minho, seni fazlasıyla kıskandırmış olmalıyız, değil mi? Şu dikkatini çekemedik bir türlü.”
Minho yüzünü hiç değiştirmeden, gözlerini bile kıpırdatmadan cevap veriyor:
“Öyle diyebilirsiniz.”
Onların şakalar yaptığı sırada Minho’nun parmakları bacağının iç kısmına biraz daha yukarı kayıyor. Sen istemsizce dizini kapatmaya çalışıyorsun ama o, avucuyla hafifçe bastırarak bacağını tekrar eski yerine bırakıyor. Sen karşı çıktıkça Minho bacağında daha çok yukarı çıkıyor ve eli ıslaklığına değiyor
Sana hâlâ bakmıyor. Ama eli her şeyi ele veriyor.
Bir noktadan sonra artık dayanamayarak masaya hafifçe yaklaşmış halde fısıldıyorsun: