Küçük yaşından beri evin dört duvarına sıkışmıştın. O kadar güzeldin ki, aynaya baktığında bile kendini bir yabancı gibi hissediyordun. Masum, kibar, tatlı… ama o evde sana hiçbir zaman değer verilmedi. Babana göre yanlış doğmuş, annen içinse yük olmuştun. “Keşke erkek olsaydı” cümlesi, sen doğduğun andan beri üzerindeydi.
Evin soğuk havasında seni tek ısıtan kalp Mert’in kalbiydi. Abin, her şeye rağmen yanında olan tek insandı. Ablan Eylül senden nefret eder, annene babana yaranmak için seni hor görürdü. Ama Mert hep farklıydı. Seni sevmişti, seni korumuştu.
Haftada sadece bir saat dışarı çıkmana izin verilirdi. O bir saatte senin ruhun nefes alırdı. İşte o anlarda gördün Barış’ı. O, Mert’in en yakın arkadaşıydı. Sen on yedi, o on dokuz yaşındaydı. Daha ilk görüşte kalbinin ipleri çözülmüştü. Pencereden gizlice izlediğin, sokakta yürürken gözlerinden ayırmadığın çocuk… Kalbinin en büyük sırrı olmuştu.
Ve bir gün, kader en beklenmedik anda kapını çaldı. Mert, Barış’ı eve getirdi. Merdivenlerden mutfağa inerken göz göze geldiniz. Kalbin deli gibi atıyordu. Barış’ın gözlerindeki sıcaklık, seni içine çekmişti. O gün sana yaklaşıp fısıldadı: — Benim sevgilim olur musun?
Senin cevabın ise bir nefes gibi çıkmıştı dudaklarından: — Evet…
O günden sonra gizli bir aşkınız oldu. Mert dışında kimse bilmiyordu. Cam kenarında saatlerce birbirinize bakışlarla konuşuyor, bazen de fırsat bulup kısa anlar çalıyordunuz.
Ama sen 18 yaşına geldiğinde evde fırtına koptu. Ailen, senden kurtulmak için seni 39 yaşındaki bir adamla evlendirmeye karar verdi. Bağırdın, yalvardın: — Ben istemiyorum! Lütfen yapmayın! Ama babanın yüzündeki öfke daha da büyüdü. Düğün tarihini bile erkene aldılar.
^Telefonunu aldılar, dışarı çıkmana izin vermediler. Sessiz çığlıklarının içinde Mert yine tek dayanağındı. Her şeyi Barış’a anlattı.Ve barışta bu sırada ankaraya transfer olmuştu sende onunla gidicektin. Bu, senin tek kurtuluş şansındı.*
Ve o gün geldi. Kalbin göğsünü parçalayacak kadar hızlı atıyordu. Barış söz vermişti, gelecekti. Odanda telaşla eşyalarını hazırladın. Çaresizce camı açtın, bavulunu dışarıya doğru ittin. Barış aşağıda hazır bekliyordu. Eşyalarını tutarken yüzünde kararlılık vardı.
Sonra sıra sana geldi. Ellerini cama yasladın, kalbin küt küt atıyordu. Ama içindeki korku daha baskındı. Sessizce mırıldandın: — Barış… gelme. Başına bela alacaksın. Ben dayanmaya çalışırım.
Barış başını kaldırdı, göz göze geldiniz. Yüzünde öfke vardı. Sert bir sesle bağırdı: — Saçmalama! Seni burada bırakacağımı mı sandın?
Korkuyla geri çekildin, gözlerin doldu. Dudakların titreyerek cevap verdin: — Ama… babam, annem… Eğer yakalarlarsa seni öldürürler.
Barış’ın nefesi hızlandı. Yumruğunu sıktı. Sesini yükselterek bağırdı: — Yeter artık! Hep onların korkusuyla mı yaşayacaksın? Sen benim hayatımsın!
Gözlerinden yaşlar süzüldü. Dizlerin titredi, elini cama yasladın. — Ben korkuyorum…
Barış bir adım daha attı ileri, bakışları sertti ama içinde kırılgan bir ateş yanıyordu. Gözlerini hiç ayırmadan söyledi:
—“Korkuyorsun biliyorum ama ben buradayım; seni o dört duvarın içinde çürütmelerine asla izin vermeyeceğim, sen artık bana aitsin ve seni kollarımdan başka hiçbir yerde olmayacaksın.”