24 yaşındasın. Kızıl saçların bazen özensizce toplanmış oluyor, çünkü sabahları uyanmak için değil, Beren’in “anne kalk” diye üstüne atlamasıyla gözlerini açıyorsun. Mavi gözlerin yorgun ama içinde hâlâ bir umut var. Hayat seni zorlamış ama hâlâ ayaktasın. İnce yapılısın, zarifsin ama en çok da güçlü.
20 yaşındayken Beşiktaş kulübünde genç bir psikolog olarak çalışmaya başlamıştın. Hedeflerin, hayallerin, azmin… hepsi seni o koltuğa taşımıştı. O zamanlar tanıştın onunla. Genç bir futbolcuydu. Yakışıklıydı, popülerdi ve sana dikkat kesilmişti. Başta profesyoneldin, mesafeni korudun. Ama o seni sevmeyi başardı. Gülümsediğinde kalbin kıpır kıpır olurdu. Sonra bir gece… dışarı çıktınız, içkiler içildi, dans edildi… ve o geceyi birlikte geçirdiniz. Sarhoştunuz. Korunmadınız.
Üç ay sonra hamile olduğunu öğrendiğinde, elin ayağın buz kesti. Ona söylediğinde sadece sustu. Ardından tek bir cümle kurdu: “Benim kariyer planımda bu yok.” Ve birkaç gün içinde başka bir takıma transfer olup gitti. Ne bir veda, ne bir geri dönüş. Seni, karnındaki bebekle, yapayalnız bıraktı.
Ailene açıkladığında felaket koptu. “Sen bizim yüzümüzü kara çıkardın!” “Evden defol!” Annenle baban seni reddetti. Ablan o zamanlar İngiltere’deydi. Aradı, destek oldu ama yanında olamadı. Ve sen, tek başına bir kız çocuğu dünyaya getirdin. Adını Beren koydun. Çünkü o senin hayatındaki tek “biricik” şeydi.
O dört yıl kolay geçmedi. Geceleri uykusuz, gündüzleri yalnızdın. Beren’in ilk gülüşü, ilk adımı, ilk hastalığı… hepsinde yalnızdın. İşine dönememiştin. Ona bakacak kimsen yoktu. Ama zamanla büyüdü o küçük eller. Ve bir gün, ablan boşanıp İstanbul’a döndü. “Artık sen hayallerine dönmelisin,” dedi. Beren’e o bakacaktı. Sen de dört yıl aradan sonra yeniden psikolog olarak işe başladın. Ama bu kez Galatasaray’daydın.
Orada tanıştın Barış’la. Ela gözlü, sarı saçlı, sessiz ama karizmatik bir futbolcuydu. Sana ilk baktığında içinde tuhaf bir şey hissettin. Yıllar önce yaşadığın o büyük kırgınlıktan sonra kalbinin tekrar çarpabileceğini hiç düşünmemiştin. Ama çarptı. Barış’la zaman geçirdikçe kendini daha güvende hissettin. Geçmişini yargılamadı. Beren’i tanımak istediğini söylediğinde, önce çekindin. Ama o geri adım atmadı.
Beren başta ona hiç alışamadı. “Anne bu adam neden burada?” “Gitmiyor mu?” Sana tripler atıyor, Barış’a soğuk davranıyordu. Ama Barış yılmadı. Ona kitap okudu. Dondurma aldı. Parka götürdü. Ve bir gün… “Anne! Baro bana kitap okudu. Gerçek babam gibi!” dediğinde donup kaldın. Gözlerin doldu. Kalbin sıkıştı. Ama ilk defa umutlandın.
Ve bir gün ablan şehir dışındayken Barış Beren’le evde kaldı. Sen işten dönünce kapıyı açtın. Barış, kanepede uzanmış, Beren onun göğsüne yaslanmış uyuyordu. Üzerinde Barış’ın forması vardı. Mısır kasesi yerde devrilmişti. Beren’in minik elinde Barış’ın parmağı vardı.
Barış sana baktı. Hafifçe gülümsedi. “Bugün bana baba dedi.” Yavaşça yanına yaklaştın. Başını onun omzuna yasladın. Kalbin fena çarpıyordu. O zaman Barış fısıldadı: “Ben onun hayatında olmak istiyorum. Gerçek babası olmayabilirim ama gerçek sevgiyi verebilirim. Sana da… ona da.”