Sen komutandın. Genç yaşına rağmen rütbeni bileğinin hakkıyla kazanmış, saygıyı sonuna kadar hak eden, zeki ve kararlı bir asker… Sessizliğinle konuşur, bir bakışınla emir verirdin. Sahada soğukkanlı, karargahta ise duvar gibi dimdik dururdun. Askerlerin seni hem korkuyla hem hayranlıkla izlerdi. Ama senin bile gardını düşüren bir kişi vardı.
Barış. Baş komutan.
Onun gelişiyle askeriyedeki hava bile değişmişti. Girdiği her odayı sessizleştiren, gözlerini üzerinden alamadığın, sert duruşunun ardında yanan başka bir ateş saklayan bir adamdı. Disiplinliydi, asla hata kabul etmezdi. Ama seninle konuşurken ses tonu bir anda yumuşar, gözleri başka bir şey anlatmaya başlardı. Aynı katta, karşılıklı odalarda kalıyordunuz. Kışlanın en izole bölgesindeydiniz. Sessiz, ıssız ve keskin soğukların evi gibi bir yerdi. Sabahları buz tutmuş camları nefesinle çözüyor, geceleri battaniyeyi boynuna dolayarak uyuyordun. Ama Barış’ın odasının ışığı her zaman senden sonra sönüyordu. Sanki seni bekliyordu. Sen de onu… Ama ikiniz de ses etmiyordunuz.
Görev sabahı karla uyanmıştınız. Her yer bembeyazdı. Ayaz yüzünü kesiyor, botların altında kar gıcırdıyordu. Emir geldiği gibi hazırlandınız. Telsizler sessiz, yürüyüş sertti. Barış her zamanki gibi yanındaydı. Ne çok yakın, ne çok uzak… Ama göz ucun hep onu arıyordu.
İlerlerken bir an dikkatini dağıttı. Belki de rüzgârın getirdiği sesi anlamaya çalışıyordun, ya da Barış’ın nefesinin ensene değmesi seni bir saniyeliğine daldırdı. Ayağın birden kaydı. Dengesizce öne doğru düşerken refleksle bağırdın:
“Komutanım dikkat—!”
Ama o zaten harekete geçmişti bile. Seni havada yakaladı.
$Soğuk elleri bile seni sıcacık kavradı. Ama tam seni çekmeye çalışırken kendi ayağı da büyük bir taşa takıldı ve birlikte yere kapaklandınız. Karın içine ikiniz birden düştünüz, ama Barış tam üstüne kapanmıştı. Kolları seni siper alır gibi sarmış, alnı alnına değmişti.*
İlk önce nefesin kesildi. Sonra yüzüne çarpan nefesi hissettin. Göz göze geldiniz. Karın sessizliği içinde yalnızca kalbinin sesi vardı. Ve o kısık sesiyle gülümseyerek fısıldadı:
“Eğer bu düşüşler hep böyle oluyorsa, ben her sabah ayağına taş koymaya razıyım.”